t a n ı m s ı z
Sokaklar
kalabalıklaşıp güneş dağların ardına sığındığında genç adam bardan içeri girip
yüksek masalardan birine oturdu. Cebinden bir deste mektup çıkarıp okumaya, bir
taraftan da kilise defterini andıran bir deftere yazmaya başladı. Sürekli hareket
halindeydi, dönüp diğer masalara baktım, tıpkı benim gibi, oranın müdavimi
insanlarla dolu mekânda hemen hemen herkes onu izliyordu. Bir süre sonra masaya
büyük bir şişe şarap ve iki kadeh geldi. Genç adam her şeyi bırakıp şarabıyla
ilgilendi. Deprem oldu. Bar yine olduğundan fazla hissettirdi bu depremi.
Birkaç avize biz dışarı kaçarken büyük bir gürültüyle yere düştü, tüm bu
seslemeler depremin şiddetini –bize göre- artırıyordu. Apar topar dışarıya
kaçtık, kendi aramızda istişare yaptık, son yıllarda karların erimesinin
ardından gelen depremlerin en şiddetlisi kuşkusuz buydu. Ortalık durulduğunda
tekrar bir sallantının olmayacağı inancıyla içeri girdik. Ben masama yöneldim,
avizelerden birisi masamın hemen yanına düştüğü için oturamadım, aradan biraz
zaman geçti, genç adam ortalıkta yoktu, masasında defteri ve mektupları olduğu
gibi duruyordu. Tokuşturduğu sahipsiz kadeh sallantıyla devrilmiş, bazı
mektupları kana bulamıştı. Birkaç kadeh daha içip üzerime vazife olmayan
şeyleri kurcalama cesaretini kendimde bulunca genç adamın masasına geçtim ve
defterini alıp okumaya başladım:
[…] Bu yıl da gelmedin, ben sana söz verdiğim gibi
her yıl, güneş kilisenin çanını parlatırken buraya geldim ve sen, geniş eteğini
savura savura gelmediğin her saat ucu körelmiş bir falçatayla sol yanımı
doğradılar. Bu nasıl bir şey bilir misin? Sensizliği kavrayamıyorum; mantığım,
bizi yarım bırakmanı anlamlandıramıyor. Şarabın sahipsiz; bu mekân sensiz
soğuk, yoksul, sakat. Ama ihanet.
Tüm bunlardan haberin yok tabii, biliyorum. Hem
haberin olsa gitmezdin değil mi? Yahut gelirdin. Sen ikisinden de biraz biraz yaptın.
Biraz geldin, biraz gittin. Şimdi sen yaşıyorsun. Üstelik ağzında ayrılığın
ekşi tadı da yok, hem ihanetten kim ölmüş ki? Ben bedeni kusursuz kuşatılmış
bir ölüyüm. Ruhum eskiden limon bahçesi olan bir çölde ekşiyor. Boş ver;
sadakat kimi yaşatmış ki? […]
Keşke
okumasaydım.
Fotoğraf: Murathan Özbek
mirfanK'12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder