22 Aralık 2015 Salı

Yalçın Tosun - Bir Nedene Sunuldum



bir albüm, bir kitap, bir film. büyük bir hevesle beklediğimiz şeylerin sayısı çok azaldı sanki. sayılar azalsa da hevesimden hiçbir şey kaybetmedim ben ve yalçın tosun bu hevesimi hiçbir zaman kursağımda bırakmadı. kâh karıştırdığım dergilerde bulduklarımla kâh birbirinden eşsiz kitaplarıyla yalçın tosun öykü dünyamıza inmiş, yaşayan en önemli öykücülerden birisi. okur olarak güzel bir yıl geçirdim ve son olarak 2015'in en iyi kitabını okudum.

beş bölümden oluşuyor -bir nedene sunuldum- ve her bölümde dört öykü var, bölüm geçişlerinde de soluğumuzu kesen alıntılar. lale müldür ile başlıyor kitap "ona kötü bir şey olsun istedim / bana âşık olsun istedim" bu kitapta herhangi bir öykünün kahramanı sizsiniz. bu yalnızca bana has bir duygu değil. bu kitabı okuyan çoğu kişiye göre bu böyle. ve kendinizi gördüğünüz öyküden diğer bir öyküye geçişiniz biraz çetrefilli. bu yüzden yalçın tosun sizi bir nedene sunarken biraz acıtıyor. 


"nice doğmamış heveslerin acemi katili"
peruk gibi hüzünlü'den sonra içime işleyen, idrak edebilmek için üzerine uzun uzun düşündüğüm cümlelerden birisi bu. 

"zavallılığın, diye geçiriyorum içimden, ne çok giysisi var." cümlelerin altını çizme huyum yok benim. onun yerine not alabileceğim ayraçlardan kullanırım. bir kitap bittiğinde o kitaba dair tüm özlemlerimi o ayracı tekrar okuyarak gideririm. kalın harflerle bu cümle yazıyor ilk ayraçta. zavallılık. içimden "buraya da mı geldin?" diye soruyorum yalçın tosun'a. ve anlamını bilmediğim kelimeler. okudukça öğreniyorum. -ki yalçın tosun iyi bir öğreticidir.- 
yalçın tosun kitaplarından biriktirdiğim ayraçlar yeni cümlelere, yeni dokunuşlara gebe. 136 sayfalık bir kitaptan bahsediyorum, çabuk bitiyor. etkisi için aynı şeyi söyleyemem. 

geleceğe dair olan korkuları yazılmış bir halde bulmak başlı başına mucize. aylaklığımı -sığınaksız- adlı öyküden sonra katlayıp bir kenara kaldırdım. artık daha ferah bi' dünyam var. kitaba dair konuşulacak çok şey var. bence kimse kimseyi dinlemesin. herkes okusun, kendini dinlesin.

Bir Nedene Sunuldum, Yalçın Tosun / Yapı Kredi Yayınları, 136s, 2015


13 Aralık 2015 Pazar

zihin


yine de
burnumun direğine kuş kondurmuyor
artık hatıralar
hatırladıkça bağışlıyorum kendimi.
üstelik seni bağışlayan zihnime de çok şey borçluyum,
ve sen
hiç az değilsin.

fotoğraf: murathan özbek

mirfanK'15

3 Aralık 2015 Perşembe

ilk kar


düşmek için yarışıyor damlalar,
düşerse kar, kalırsa buz.
hatırlanmamaktan daha soğuk ne var?
kelimeler artık seni çağrıştırmadığında
ne buzsun
ne de kar.

fotoğraf: erzurum

mirfanK'15

29 Kasım 2015 Pazar

bulut


olmadığın günleri düşmüyorlar takvimden,
ben her yılı herkesten fazla yaşıyorum,
ve gittiğim her yolu sırtımda taşıyorum.

çıkmaz sokaklarda düşük yapıyor ihtimaller,
tamam kabul,
dünya yuvarlak ve dönüyor,
hatta denize paralel dağlar da var
rica ediyorum, bulutlara dokunmayın,
-aklımı kaçırıyorum-

mirfanK'15






22 Kasım 2015 Pazar

kış uykusu



bu yalnızlar içinde dermansız bir kalabalığım
zihnimde bir yere sabitliyorum yüzünü
yüzün acılarımın mezarlığı,
karanfil ektiğim dilinde neşter saklıyorsun artık,
biliyorum senin yüzünden uyanıyor her şey,
sus, söyleme sakın.

mirfanK'15

21 Kasım 2015 Cumartesi

gezegen


öyle bir yol ki,
metrekaresine adından bağımsız iki acı düşüyor.
bu ilkel bitkilerin arasında yürüdüğünden beri dünya en zehirli gezegen.
rüyalarda dahi ölçülmüyor artık bazı mesafeler,
ve bilirim ki masumiyetine sığındığın bi' ayrılık daha var,
kirpiklerinin içinde
pusuda bekler.

fotoğraf: murathan özbek

mirfanK'15

19 Kasım 2015 Perşembe

maske


intihara girişmiştin,
şimdi, dinlendiğin ırmakları emdi mi gözlerin,
demem o ki dürüst bir yalnızlığı iyi becerdim,
ne de olsa kül olmayan yerden acı doğmaz.
çürümüş bir iskeleden ölüyorum bugün,
bu kadar insan, bu kadar yüz
kaç kişi tanıyorsun maskesi kendinden olan,
ve bir ölüm kaç yalnızlığı yetim bırakıyor
-annesi kendinden olan-

fotoğraf: murathan özbek
mirfanK'15

8 Kasım 2015 Pazar

Deniz Aşkı Ağlar

Balçık

Ne zaman kış gelse üşüyen denizleri düşünürüm, 

Balıklara üzülür; eriyen kar tanelerine gözyaşı yüzdürürüm.


Denizde boğulanlar cennete mi gömülüyor? Ben deniz olsam kimseyi boğamazdım herhalde. Yoksa yalnızca bir mevsimde hatırlanmak zoruma gider miydi? Yok yok, en iyisi kesin konuşmamak.

Fenerin aydınlattığı yerde zengin balıklar yaşar bana göre. Ben ilk denizle tanıştığımda kıyının en ıssız yerinde feneri aradım. Ha buldum mu? Tabii ki bulamadım. Aslında denizin büyüsü feneri unutturdu, çaktırmadım. Aradan yıllar geçti, denizi anlamaya çalıştım. Bazen berrak olabilmek için insanın pisliğini kıyıya bırakması gerekiyormuş, bunu denizden öğrendim. Yıllarca dışı güzel olan insanların bulanık olan içlerinde debelendim durdum, battıkça battım. İnsanın dibi görünüyorsa eğer muhakkak kıyısında çalı çırpı vardır. Deniz yalan söylemez.

Bazı denizleri melekler ağlıyor biliyorum. O yüzden bol tuzlu ve dalgalı oluyor. Bazı denizleri de kış mevsimi yapıyor. Birbirine hiç benzemeyen kar tanelerinin kavuştuğu yer oluyor deniz. Güneş sessizce giderken denizin bıraktığı ayaz kokusundan anlıyorum bunu. Abarttım değil mi? Adam sende.

Bir gün denizin biri bol küfürlü dalgalarıyla ceset kokuyordu. Kıyıda bıraktığı izler dağınık, iskeleye bıraktığı damlalar bir yaşı andırıyordu.


Bir gün deniz 

Aşkı ağlıyordu 
Ben 
Susturamadım. 


Fotoğraf: Murathan Özbek
mirfanK’11

5 Kasım 2015 Perşembe

Muamma



Bir hayal sofrası gibi şimdi mevsim. Sisli bir düşünce uyanıyor yıllardır uyuduğu gaflet uykusundan.
Ellerim seni düşününce titremiyor artık. Seni düşünürken sigarayı bıraktım. Ellerimin her titreyişinde aklıma geliyordun, şimdi aklımdan hiç çıkmayacaksın. Bunları yazarken de ellerim titriyor ama sebebini bilmiyorum. Seni çok özledim.
Daha fazla yazmak isterdim ama kartpostal bitiyor.

Seviyorum
Noracôv Keglær


10 Kasım 2009 - Viyana

mirfanK'09

4 Kasım 2015 Çarşamba

Gülten Akın


şiirin annesi Gülten Akın göçtü bu dünyadan. şimdi tüm dizeler kadar öksüzüz. kulağımızda deli kızın türküsü, solumuz ise biraz eksik sevgi ile kalacak. hem öyle deme, biz şimdi çok içli ağlarız seni özlediğimizde. ah, cennet ne güzel şairlerle doldu, buralar artık çok yavan. mekanın cennet olsun ustam.

"yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
kahredersin başın önüne düşer
düşerse beni unutma"

Dönence



d ö n e n c e

-1-

Süt dişlerimin çoğunu zeytin çekirdeklerine bağışladığım yıllarda apartmanın koridor boşluğunda o zamanın gündemine uygun, toplumsal mesajı bol piyesler düzenliyorduk. Bir de zamanın gündeme hâkim ilkokul çocukları olarak tamamı el yazması dergi çıkarıyorduk. Bu dergide yöresel yemek tarifleri, yöresel fıkralar, iki dergi arasına damgasını vurmuş siyasi olaylar, yeni doğan bebeklere isim önerileri gibi şeyler yer alıyordu. Daire daire dolaşıp abone topladığımız dergimizin kopya sayısı zamanın şartlarına göre oldukça iyiydi. Daha hayat bilgisi dersinin tam karşılığını bulamamışken çamurlu ellerimizle hayatın tozlu raylarına dokunuyorduk. Aşkı bile bilmiyorduk, o kadar yoksul, o kadar küçüktük.
İnsanlığın para karşısında değer kaybettiği o yıllarda sokaklar dilencilerle doluydu. “Allah rızası için […]” kelimesini ilk kez o sokaklarda duymuştum. Ayağının tekini katlamış bir kadın kucağında bebeğiyle yardım dileniyordu. Etrafta oluşan kalabalığın uğultusundan seçtiğim birkaç cümle ‘dini istismar, yalancı o, zabıta gelsin ayağa kalkar o hatta koşmaya başlar.’ hala zihnimde çalkalanır. İstismar kelimesini babam ‘insanları kandırmak’ olarak açıklamıştı bana, zabıta ise belediyede çalışan polismiş, en azından anlayabilmem için böyle tanımlamıştı. Sonra zabıta geldi, gerçekten de polise benziyordu, arabasında siren bile vardı. O sözde ayağı olmayan ve kucağında bebeği olan kadın kucağındaki kundağı fırlatıp kaçtı. Kundaktan okulun vitrininde duran, kızların uğruna saatlerce kavga ettiği oyuncak bebeklerden çıktı, hani şu yatırınca gözlerinin kapandığı, mavi gözlü bebekler. İstismar, sömürü ve bu anlama gelen daha birçok kelimeyi o gün orada, etkili bir örnekle öğrenmiştim. İnsanların kusurlarını kullanarak dinlerinden yakalayıp onlardan para dilenmek ve yine o insanların gözlerine baka baka bunun yalan olduğunu göstermek; para karşısında insanlığın değerini iyice ispatlar nitelikte idi. İlkokul 1. sınıftan beri öğretmenimizin yönlendirmeleri ile dönem dönem yardıma muhtaç insanlara destek için bir şeyler yapıyorduk. Bu bazen erzak, bazen onlar yararına düzenlediğimiz tiyatro, bazen de kıyafet oluyordu.
4. sınıfta başladığım güz tek basamaklı yaşlarımın bitişini kutladık. Artık büyüdüğüm için gururlanıyordum. O gün sokakta biraz daha oynamamama izin çıktı. Bu benim için toprağı daha fazla eşmek, ağaca tırmanıp saatlerce orada oyalanmak ve hoplaya zıplaya saatlerce şarkı söylemek demekti. Doğum günüm münasebetiyle normalinin üç katını aldığım harçlığımı o zamanki matematiğimle dondurmaya bölmüştüm, bademciklerimi şişirip beni 2-3 gün yatağa mahkûm edecek kadar dondurma alabiliyordum. Bir önceki gece kurduğum bu heyecan verici hayalleri gerçekleştirmek için erkenden sokağa çıktım. Oyuncak arabalarıma topraktan şehir ve yol yapıp gezdirdikten sonra toprağı eştim, üzerinde Arapça rakamların bulunduğu madeni para buldum. Gömü bulmuş gibi sevindim, sanki o para ile istediğim tüm çikolatalara sahip olacakmışım gibi hissettim. Apartmana doğru koşarken arka bahçeye yıllar önce diktiğimiz çam ağacının dibinde bir hareketlenme gördüm, paranın duyurusunu biraz erteleyip ağaca yöneldim: İlk bakışta 6 tane gördüğüm, toplamda 8 tane yavru kedi vardı. Bunlar apartman olarak farelere karşı beslediğimiz, renginden ötürü ‘bal’ dediğimiz kedinin yavrularıydı. Avucumdaki parayı cebime koydum, ellerimi pantolonumda temizledim ve yavru kedileri sevmeye başladım. Hayatımda ilk kez bu kadar cesur bir şekilde kedi seviyordum. Çoğu beyaz olan bu yavrular ben severken kaçmıyor aksine iyice paçalarıma sokuluyorlardı. Bir ara ‘bal’ geldi, uzaktan bizi izledi ve gitti. Yavru kedilere doyduktan sonra eve gittim, parayı annemlere verdim ama benim kadar heyecanlanmadılar. Annem çantasını istedi, cüzdanını çıkarıp parayı sürekli eski paraları sakladığı fermuarlı cebe attı. Elimi yüzümü yıkayıp balkona çıktım, ‘bal’ yavruların oradaydı ve anlamlandıramadığım bir hareketlilik ve ses kirliliği vardı. Çok geçmeden çıkan seslere annem geldi: ‘Aaa! Yavrularını boğuyor bal! Vah vah kim bilir kimden kıskandı.’ dedi. Belki annem konuşmaya devam edecekti fakat ben beklemeden balkondan çıktım, koşarak aşağı indim ve tüm gücümle arka bahçeye koştum. Çamın dibinde kan birikmişti, bembeyaz yavruların çoğu ölmüştü, geldiğimi gören bal kaçtı. Orada daha fazla duramadım. O gün dondurma da yemedim.
O dönem yardım kampanyasını annem başlatmıştı. Teyzemin isteği üzerine zeytin çekirdeği toplamaya başlamıştık. Aklıma yine kahvaltılarda dökülen dişlerim geldi. Babamın ‘doğanın kanunu’ dediği, bana göre katliam olan o şey, yani bir annenin yavrularını kıskanıp öldürmesinin etkisi geçtikten sonra sınıftaki 5-6 yakın arkadaşımdan her sabah kahvaltıda tükettikleri zeytinlerin çekirdeklerini istedim. Birkaç sabah sonra öğretmen bunları neden topladığımı sordu, ‘nedenini’ bilemediğim için cevap veremedim.
Kış çıkana kadar zeytin çekirdeği topladık. Ne arkadaşlarım, ne ben, ne de öğretmen bunu neden yaptığımız bilmiyorduk. Gerçi ben her gün anneme soruyordum fakat onun ‘bir amcaya lazım’ cevabı beni tatmin etmiyordu, ben de tatmin olamadığım için bu cevabı kimseyle paylaşmıyordum. Araya Kurban Bayramı tatili girdi, teyzemlerle buluştuk. Elini öpüp ders durumumu anlattıktan sonra sorduğum ilk şey ‘zeytin çekirdekleri’ oldu.
“İyi toplamışsınız aferin.” deyip başımı okşadı. Hala cevabımı alamamıştım. O gelene gidene bayram servisi yaparken annesine sadık bir kedi gibi, yok yok, ördek yavrusu gibi peşinde dolaştım. En sonunda mutfakta tek yakaladım. Bir taraftan bulaşık yıkıyor, bir taraftan da anlatıyordu.
“Oğlum bizim kapıcı Ahmet Efendi var, Allah uzun ömür versin, iki yıl önce eşini kaybetti. Eşi de bizim sitede temizliğe gelir üç beş bir şey kazanırdı. O vefat ettikten sonra Ahmet Efendi kızının okul masraflarını çıkarmak için ek iş yapmaya başladı. Yazın inşaatta çalışırken ikinci kattan düştü, kimse sahip çıkmadı, belden aşağısını kullanamıyor artık. Kızı da hem okuyor hem babasına bakıyor. Ahmet Efendi 4-5 aydır zeytin çekirdeklerinden tespih, çerçeve, biblo gibi şeyler yapıp satıyor, kızının okul masraflarını karşılıyor. Biz site yönetimiyle konuştuk, kapıcı dairesinde oturmaya devam edecekler, bakalım sözde belediye tekerlekli sandalye verecekti ama nerde. Ahmet Efendi onu da kendi alır bu azimle.”
Teyzem işini bitirip gittikten sonra uzun bir süre mutfakta tek başıma oturdum, tüylerim ürperdi. Demek her gün yüzüne bakmayıp attığımız o çekirdeklerden ev geçindiren insanlar varmış. O gece tüm aile teyzemlerde kaldık. Ertesi sabah erkenden uyanıp tekrar güzel kıyafetlerimizi giydik, kalabalık bir kahvaltı sofrasında bayramın tadını çıkardık. Uzun ve keyifli kahvaltının ardından sofra toplama işi biz küçüklere kaldı. Alışkanlıktan zeytin çekirdeklerini boş bir kutuya doldurdum. Sofrayı topladık, kahveler hazırlandı, büyükler misafir odasına geçip koyu bir sohbete daldılar. Onlar kahvelerini yudumlarken annemler bayram gezileri için hazırlandı. İlk ziyaretin Ahmet Efendi’nin hanesine olacağını duyduğumda zihnimde iki seçenek belirdi. Ya babamlara eşlik edecek, onların sohbetini dinleyecek ve kendimi büyük hissedecektim ya da annemlerle gidip aylardır topladığım yardımın karşılığını görecektim. Seçeneklerimin üzerinde fazla düşünmedim ve karar verdim. “Anne, ben de geliyorum.”
Annem, teyzem, yengem ve ben evden çıktık. Karanlık merdivenlerden apartmanın bodrum katına indik. Teyzem elektrik saatinin üzerinden anahtarı alıp kapıyı açtı. İçeriye tüm bayram neşesini gölgeleyecek bir sessizlik çökmüştü. Ayakkabılarımızı çıkarıp eve girdik, ben ayakkabıları düzeltirken annem beni bekledi. Girişin sol çaprazında kalan, kapısının altından ince bir ışık süzülen odaya doğru yürüdük. Annem elimi sıkıca tutuyordu. Teyzem zeytin çekirdeklerinin olduğu kutuyu elimden alıp mutfağa gitti, annem ve yengem odaya girdiler, ben teyzemin yanına gittim. Teyzem müthiş bir hızla zeytin çekirdeklerini yıkadı ve musluğun hemen arkasında duran bez ile kuruladı. Tezgâhın üzerine birbirlerine değmeyecek şekilde sıraladı, kurumaları için pencerenin önüne koydu ve mutfaktan ayrıldık. Odada bizi ne bekliyordu çok merak ediyordum. Sessiz ve seri adımlarla odaya girdik. İçeri girdiğimizde yatağın üzerinde Ahmet Efendi olması muhtemel bir adam oturuyordu, dizlerinin üzerinde battaniye vardı, onun hemen altında bir yer sofrası duruyordu. Sofranın üzerinde kitap, bitmek üzere olan iki kurşun kalem ve birkaç eski defter vardı.
Ahmet Efendi kirli sakallı, gözlerinin altında çukurlar olan burnunun üzerindeki gözlüğüyle teyzemi ve beni selamladı. Karşı kanepeye yönelecek oldum, teyzem sırtımdan küçükçe itekledi, gidip elini öptüm. Elleri çok yıpranmıştı, tüm parmakları şişmişti ve tırnaklarının arası yara gibiydi. İçim ürpermişti, hemen annemin yanına dönüp oturdum. Klasik bir bayram sohbeti başladı. Ahmet Efendi nemli gözleriyle az konuşuyor sürekli başını sallıyordu. Ben yer sofrasına dalmıştım. Hayatımda ilk kez o boyutta gördüğüm kurşun kalemlere şaşırmakla meşguldüm. Hayat Bilgisi kitabı çok eskiydi. Tahmin ediyorum ki benden üç sınıf üstte okuyan ağabeyimin kitabıydı. Defterlerin yazılmayan kısımlarında silik yazıları seçiyordum. Muhtemelen Ahmet Efendi’nin kızı bayram ödevlerini yapıyordu. Ayaklarımın biraz ucunda bir şey fark ettim. Sofranın altında o dilenci kadında gördüğüm bebeklerden vardı, Ahmet Efendi’nin kızının görünürde başka oyuncağı da yoktu. Buna üzülmüştüm. Ahmet Efendi: “Betül sizin üst komşulara çıktı bayram ziyaretine, sağ olsunlar yemek yapmışlar onları getirecek.” Dedi. O esnada yapılan konuşmaları zihnimden silmek için çok uğraştım. Başka bir şeyle oyalanmak adına yerdeki bebeği aldım. Kendime doğrulttuğumda gözleri açıldı. Masmavi gözleriyle sessizce bana bakıyordu. “Evlat, Betül’ün kızını mı uyandırdın?” dedi Ahmet Efendi. Biraz mahcup bir şekilde başımı salladım. “Emel Betül’ün tek arkadaşı, onunla çok eğleniyorlar. Kızı gibi bakıyor ona.” Dedi. Bu kadar konuşuyor olması beni çok utandırmıştı. Emel bebeği yerine bıraktım ve arkama yaslandım. “Eh, ziyaretin kısası makbuldür Ahmet Efendi, bir şeye ihtiyacın olursa haber etmen yeterli. Zeytinleri getirdim, camın önündeler, Allah kolaylık versin.” Dedi teyzem ve ışık hızıyla o evi terk ettik.
-2-
Aradan tam 14 yıl geçti. Arkadaş kurbanı olarak başladığım sigara iş ve ev hayatımı olumsuz etkilemeye başlamıştı. Arkadaşlarımızla karar aldık ve muhtelif zamanlara verilen randevular ile Sigara Bırakma Merkezi’ne gittik. Randevu günüm geldiğinde sigara illetinden kurtulmaya kararlı bir şekilde hastaneye gittim. Bir dizi kan ve nefes tahlili verdim. Sonuçların çıkmasını beklerken benimle birlikte randevusu olan insanlarla tanışıp güçlerimizi birleştirdik. Göz göre göre zehirlenmenin mantıksızlığını, bunu bir keyif olmadığını iyice idrak ettik ve sonuçlarımız ile birlikte doktorun odasının önüne, bekleme salonuna geçtik. İçeriden çıkan insanların yüzlerinde gördüğüm o ışık beni iyice umutlandırmıştı. Sıranın bana gelmesine yaklaşık on kişi vardı. O esnada beynimde beliren çocukluğumun neşesi, beni ılık düşlerin bulunduğu yemyeşil bir dünyaya taşıyordu. Ailemin ve çevremin karşı durduğu kötü yönümü kestirip atacaktım. Bundan iyi bir haber olamazdı. Sekreter adımı söylediğinde düşüncelerimden uyanıp doktorun odasına girdim. Doktor beni çok sıcak karşıladı, verdiğim karardan ötürü tebrik edip tahlillerimi rica etti.  O tahlillerimi incelerken ben göz ucuyla odayı süzdüm. Doktorun tam arkasında güzel işlemesi olan bir Atatürk resmi vardı, isimliği de aynı işlemeden yapılmış, üzerinde sert hatlarla  “Dr. Betül Ayhan” yazılmıştı. Doktor tahlilleri inceleyip fazla tiryaki olmadığımı, dilersem kısa zamanda bu illetten kurtulacağımı söyledi. Evli olup olmadığımı sordu, ben “nişanlıyım” deyince tebessümle “bakın sigara ilerde boşanmanıza bile sebep olabilir, yol yakınken bırakın.” diyerek ilacımı yazdı, izlekten bahsetti, kontrol tarihlerini not etti. Sigara bırakmanın bazen zor bir süreç olabileceğini söyledi. Bu esnada bazı başarı hikâyelerinin insana cesaret verdiğinden bahsetti. Gerçekten bu illetten kurtulan insanların hikâyeleri bana cesaret verebilirdi. Çünkü bu illete karşı açılan savaşta kazanılan her zafer bizlerin savaşmasını kolaylaştıracaktı. Bana yardımcı olacağına inandığı bir hikâyeyi anlatmak için izin istedi, “tabii, buyurun” dedim.
“Benim babam hiç sigara içmezdi, yani aktif kullanıcı değildi. Dertlendiğinde, sevindiğinde, arada arkadaşları ikram ettiğinde, bazen güzel bir yemeğin peşinde ayda yılda bir kez içerdi. Annemi kaybettiğimizde sigaraya kararlı bir şekilde başladı. Her gün en az bir paket sigara içiyordu. Hem beni okutmak için hem de evi geçindirebilmek için gece gündüz çalışıyordu. Bir gün iş kazasında belden aşağısını kaybetti. Tam 5 yıl günde üç paket sigara içti. Evde kendine ait bir odası vardı, orayı bir atölye haline getirmişti. Öyle zamanlar oluyordu ki içeriye girdiğimde, o ufacık odada dumandan babamı göremiyordum. Benim üniversiteye hazırlandığım sene beni dershaneye yazdırabilmek için sigarayı bıraktı. Zaten beni okutabilmek için atölye yaptığı odada zeytin çekirdeklerinden eşyalar yapıp satıyordu, bir de dershane masrafları çıkınca tek kararla sigarayı bıraktı.”
Doktor Betül gökyüzünde sıcak yerlere doğru yolculuğa çıkmış kuşlara bakıp hikâyesine devam ederken araya girip “o hikâyeyi biliyorum” demek istedim. Fakat gözlerinden süzülen yaşlar yarasını deşmememi öğütledi. Doktor gözlerindeki doluluk yüzünden konuşmaya devam edemedi, son olarak;
“Velhasıl; bırakın Kürşat Bey, doğmamış çocuklarınız için bırakın.” dedi.
-3-
O yıl sigarayı bıraktım. Ertesi yaz düğünümü yaptık. İş hayatımda büyük bir başarı kat ettim, kontrollerim başarılı geçiyordu ve duyduğum kadarıyla Betül Hanım artık cesaret vermesi için insanlara benim hikâyemi anlatıyordu. Aklımda tek soru vardı. “Ahmet Efendi yaşıyor mu?” bu soruyu Betül Hanım’a son randevumuzda sormalıydım. Her şeyi tamamen anlatma konusunda kararsızdım fakat o soruyu sormalıydım. Ay sonu geldi, son kontrolüm için hastaneye gittim. Randevu saatinden on dakika önce bekleme salonunda yerimi aldım. Oturduğum yerde sessizce gazete okuyordum, bir temizlik işçisinin ikazı ile irkildim. Üzerinde iş gereği turuncu kıyafetler olan temiz yüzlü bu bey elinde bazı evraklar ile benden yardım talep ediyordu. “Hastanede kalan lösemili çocuklarımız yararına dergi çıkartıyoruz, acaba yardım etmek ister misiniz?” diye sordu. Elindeki evrakları inceledim. Çocukların yaptığı resimler, yazdıkları şiirler, birkaç kısa öykü ve günlükler vardı. Daha fazlasını incelemeye yüreğim yetmedi, evrakları geri verdim. Çocukluğumun o neşesiyle var gücümle yardım yaptım. Betül Hanım’ın sekreteri geldi, görevliyle vedalaşıp sekreter hanımın yanına gittim. “Kürşat Bey hoş geldiniz, iletişim bilgileriniz olmadığı için size ulaşamadık. Betül Hanım evlilik iznine ayrıldı. Telefon ve adres bilgilerinizi bırakırsanız eğer izin dönüşü size haber veririz.” Bu son zamanlarda aldığım en güzel ikinci haberdi. En güzel haber ise eşim hamileydi. Baharda bana bir kız çocuğu armağan etti. Adını Emel koydum.

Fotoğraf: Murathan Özbek

mirfanK'12

29 Ekim 2015 Perşembe

sual



bir hayata doğru gidiyorsun, sen adım attıkça -bildiğin- başka bir hayat ölüyor, hızlanır mısın?

hayat, bir geçtiğin yoldan tekrar geçemeyeceğin, üzerinde değişik hızlarla seyrettiğin bi' yol gibi. yol boyunca kapladığın yer, gördüğün ağaçlar, kokladığın çiçekler hatta ve hatta aldığın yaraların hepsi nevi şahsına münhasır. kontrolünde olan tek şey yoldaki hız. çetin hava koşullarında hızını artırabilirsin mesela veya üzüldüğünde koşabilirsin. sevince, hele çok sevince durur gibi olur her şey, yavaşlarsın, o an orada olmanı sağlayan ne varsa tek tek irdelersin, minnetini iletirsin. bütün bu gerçekler ki bunları iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayırmak mümkün ki insan da öyledir iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır, iyiler tekrar ikiye ayrılır çünkü iyilik bölünerek çoğalır. evet, bütün bu gerçekleri hatırlamayabilirsin; kokuları anımsayabilirsin, konuşmaları duyabilirsin, yine aynı noktada durup aynı insanlara kızabilirsin fakat hiçbir şeyi değiştiremezsin. 

bir hayata doğru gidiyorsun, sen adım attıkça -bildiğin- bir geçmiş siliniyor, duraksar mısın?

fotoğraf: murathan özbek, in

mirfanK'15



22 Ekim 2015 Perşembe

giydirme hikayeleri - II

-duman-
(...) donmadan evvel elindekilere baktı kadın: donmaya elindekilerden başlayacaktı, iki ağaç tohumu, bi' yarım kilim, siyah kaplı bi' defter. o'na istediğini vermeyeceğim dedi ve bir daha inanmamak için tüm duvarlarını ördü. son hatırladığı birbiri ile yarışan iki damla gözyaşının gamzelerini ısıttığı idi. tebessümle ölen kaç kadın vardı ki? ilk kez bir şey yazıyordu, bu "son" onun yazdığı ilk ve son şey oldu. 

mirfanK'15

giydirme hikayeleri - I

-devrim-

(...) yanması için yakılmış ateşe baktı uzun uzun; bir adım attı ve bekledi adam. öylece kalmadı, ateşin içinde bekledi. oradaki kalma eylemi gitmenin zıttı değildi, o bekledi çünkü: ateşin içerisinde beklemek başlı başına bir devrimdi. 

mirfanK'15

17 Ekim 2015 Cumartesi

azap


iyi gidiyordu yanında yıldızlar,
onlar bile aynı yerinde değil artık,
iyiydiler ve gittiler.
iyi olan hiçbir şey iyi kalmadı
dünya dört bir yanından dert fışkıran bir bataklık artık,
ve ben dünyaya acıyan duyguların iç sesiyim;
demirden de korkarım, trenden de.


fotoğraf: murathan özbek

mirfanK'15





sızı


bir bıçakla büyümeyi öğrendim,
içimden kanayacak kadar içtim biraz,
gözlerini kısma,
kanımda dolaşan senin izlerin.

ben gri bakan bütün göğü gözlerinin hatırına bağışladım,
sen de affet yağmurları,
mazgalların yüreği yangın yeri.

mirfanK'15

15 Ekim 2015 Perşembe

borç


hatırlamaya doymayan biz,
ne çok şey borçluyuz yıldızlara.

şimdi adının mevsimi,
duvarlarda çoktan bitmiştir içli sesim,
bir bir yankı topluyorum,
-söylemişim, dinlememişim-

denizler, ırmaklar o kadar güzel ki bu mevsim;
musluklardan çamur akıyor,
saçların kumlu,
ellerin kirli kalsa ne olur?

ben adını her gece temize çekiyorum.

mirfanK'15

11 Ekim 2015 Pazar

acı


hiç ıslanmamışsın ki yağmurda,
sen nereden bileceksin; suyun halini, göğün derdini,
her yağmurda ıslandık ama
göz göre göre ölüyoruz burada.
elbet -iyilik, sağlık- olacak göğün ardında,
ah, göğün en mavi derinliği;
en çok ben ölürken güzelsin.

mirfanK'15



7 Ekim 2015 Çarşamba

perde



onlarca göz sayarım, ki hepsi tek bakıyor,
herkes acısını kıyaslıyor, ucundan, kıyısından
soluk, bir fotoğrafta yaşıyor hâlâ aynalardan biliyorum,
biliyorum ki hâlâ dinliyorsun kabuklarının sesini,
ve bir kat daha yamalı şimdi yaralarının perdesi.

yamanı sev,
yaranı unut.

mirfanK'15





5 Ekim 2015 Pazartesi

Bedel

bedel ödemek


Hiç keşfedilmeseydi el ele tutuşmak, 
Keşke sadece gözlerimizle kirletseydik birbirimizi. 
İşte o zaman gözyaşlarıyla ödeyebilirdik 
Kirli geçmişlerin bedelini.


Dün’e takılıp düşenlerin dizleri mi kanıyor sanıyorsun? O kadar kirlettik ki hayallerimizi, yenisini kurmak için gözyaşlarımızla yıkıyoruz o düş dünyasını. Keşke çıkarken söyleyebilsek; "hesabı arkadaki ödeyecek" diye. Gurur şişkin duruyor yürekte, her şeyin bedelini en çok seven ödüyor ve avuç dolusu bahşişle. Egolar yontulmadıysa geri dönüp o dünyanın bulaşığını bile yıkıyor “sevenler”. Anlayacağınız ellerinin aşkıyla yaş işlere karışıyorlar. Kim bedel ödemeden devam etti yoluna?

Santim santim aradım seni kirli ellerimle, inan bulduğum gözlerde sana dair bir ışık bulsam ömürlük kalacaktım. Oysa yapış yapış kirpiklerde titreyen bir yaş gibiydim, senin kıymetini düşünce anladım. Bırak, boş kalmalı gamzelerim. Senin sesin yankılansın sadece yüzümde, sen yüzüme vur her şeyi, hiç çekinme, ben gülüşlerinle temizleyeceğim her yüzümü. Ben tüm bu geçmişimin bedelini sensizlikle ödedim zaten, yüreğimde de senden başka bir şey yok. O yüzden söyle onlara, bir şey istemesinler benden. Canımı veremem, sana doymadım.

Ben içinde senin olduğun bir “düş” aldım, çok üşüyorum, 

Beni sarar mısın?

mirfanK’11

25 Eylül 2015 Cuma

çay



ç a y


Bir dondurma şemsiyesinin altında güneşten sakınırken biz unuttuğumuz güzel anıları birbirimize hatırlatıp mutlu oluyorduk, yoktan yere hem de. Yılın büyük bir bölümünde üzerinde buz misafir eden kaldırım bile razıydı bizden. Sayısını hatırlayamadığım kadar çok çay içtik. Biz yaklaşan hüzünlü günlere önlem olması için o gün çok güldük. Sonra büyük bir kamyon yıkılan eski evlerin arasından çıkıp tozu dumana kattı. Kısa bir an huzursuz olduk. Sonra o kendi önünde duran çay bardağını unutup eliyle benim çay bardağımı kapattı. Tozdan korunup göz göze geldik. Çayı çok sevdiğimden değil ama beni çok sevdiğinden […]

Şekil A-1

mirfanK'12 - iyi ki ağabeyi.

23 Eylül 2015 Çarşamba

bayram


incittiğiniz bir yüreğe dokunun, belki bu bayram iyileşir tüm yaralar.
huzurlu bayramlar.

mirfanK'15

20 Eylül 2015 Pazar

denk


gülüşün-
gülüşüme denk geldi
tam da böyle bir bahardı
ilk veya son oluşunun ne önemi var.
hatırladıkça balkonda yıldız kuruturum
kışa dilek lazım, memleket kara.
buradan bakınca ay
oradan bakınca bahar.
bi' düşün de
içim ısınsın.

fotoğraf: viyana, 2009

mirfanK'15

12 Eylül 2015 Cumartesi

güz dağı: eylül



göz göremez bazen,
dikkat et, bak,
görmeyi bilenlerin kapalıdır gözleri.

ve kim bilir belki kuşlara denizdir gökyüzü,
sana uçuyor olabilirler ama işte orada, bak,
yüzüyor hepsi.

mirfanK'15

6 Eylül 2015 Pazar

yön


insanın gözleri çöker de
enkazından toz çıkmaz bilirim.

zamansız söyledin yönünü,
boğazıma oturdun-
içime bakıyorsan eğer manzaran güzel,
aynalardan korkuyorsan,
içim cehennem.

mirfanK'15

3 Eylül 2015 Perşembe

kıyı


vicdanı kangren olmuş padişahların nefes aldığı yer küreden
içerisinde umuttan başka hiçbir şey barındırmayan çocukların göçüşü ağır.

dilini, dinini, ırkını, cinsiyetini, mezhebini sorgulamadan evvel işlenen bi' insanlık suçuna "suç!" diyemeyenler mışıl mışıl uyurken
zifiri karanlıkta bi' ışığın düşüyle sonsuzluğa uyuyan masumların uykusu ağır.

çocuklar ıslansınlar ama ölmesinler.

birilerinin kokuşmuş günahlarının bedelini çocuklar ölü bedenleriyle kıyıya vurarak ödememeli.
hiçbir dava, hiçbir ulusal çıkar, hiçbir koltuk masum bi' çocuğun aziz canından kıymetli değil, olmamalı.

"ürkek bir serçe gibi eğme başını
kaldır başını ve dimdik dur
bu senin değil, ülkemin ayıbı
hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk." -nazım hikmet-
 

2 Eylül 2015 Çarşamba

iksir


yanında bulduğum bu ölümsüzlük
başka bir deyişle kokun olmalı.
sırtım duvara değdiğinde tedirgin oluyorum,
hiç değilse dokunduğun bir beton olmalı diyorum
taş kesiliyor içim.

buralar fani,
ellerim kör, yanını arıyorum
kim benden fazla yaşıyor oralarda,
bilmiyorum.

mirfanK'15



1 Eylül 2015 Salı

Memleket


oralarda bir yerlerdesin,
"güneşe uzanacağımız günler yakın" dedin
senin yakın dediğin yarın kadar uzak
ve ben bir geceyim;
koynumda dolunay, adın ezberim.

buralarda bir yersin,
bakıyorum yoksun
ama yumuyorum gözlerimi, yerimsin.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

ihtimal


iki eksik beden idik bu kızıl kumlarda,
bir ihtimal daha vardı,
başını okşayıp sırtını sıvazladığımız küçük bir ihtimal;
tüm kumları yeşile boyayacak,
boğazımızdan maviyi taşıracak bir ihtimal.

gözyaşının dahi yetmeyeceği acılar bıraktın bu kumlara,
ihtimal dahi gözü yaşlı.

damla damla bebek düşüyor gökten,
ve kelebekler
bu mevsimde de öldüler.

mirfanK'15


18 Ağustos 2015 Salı

Doğadaydık!


4 arkadaş 2015 Fethiye Ekstrem 14. Dönem programına katıldık! 
İşbu yazı bizden sonra katılmayı düşünenlere / katılacaklara bir rehber olması amacıyla kaleme alınmıştır.

1 gün erken konaklama satın alıp Cumartesi günü otelimize giriş yaptık.

12 Adalar Tekne Turu

Otelde kahvaltı yapıp tekne turu aktivitesi için aktivite alanına geçiş yaptık. Tekne turu her telden çalabileceğiniz bir aktivite ve programın giriş aktivitesi olarak çok makul. Dilerseniz alt katta kitap okuyup manzaranın tadını çıkarabilirsiniz, dilerseniz üst katta dans edip doyasıya güneşlenmenin keyfini sürebilirsiniz. İlk durakta keyifli bir yürüyüş var. Bir tepeye çıkıp o canım manzarayı doya doya seyredebilirsiniz. Ardından kıyıdan denize girme şansınız var. -benim gibi ayağınızın yere değmediği yerlerde panik yapıyorsanız ilk durak biçilmiş kaftan-

Her durak ayrı güzel. Denizin eşsiz renklerine kavuşmanız mümkün. Bir durakta muz geliyor, kişi başı 20 TL karşılığında bu keyfi de yaşayabilirsiniz. Siz eğlencedeyken bir yandan da öğle yemeğiniz teknenin mangalında (tavuk veya balık) pişiyor olacak. Ve siz ey yüzme bilmeyenler; teknede sınırsız makarna var! Korkmayın, denizin ve eğlencenin tadını çıkarın! 

Yanınızda bulunması gerekenler: Kitap (isteğe bağlı), güneş kremi, deniz / su ayakkabısı, yedek tişört, fotoğraf çekmek için makine veya telefon. 

Tekne turunun ardından otelde akşam yemeği ve yemekten sonra diğer aktiviteler ile ilgili alanında gerçekten uzman kişilerden bilgi aldık. Aklınıza takılan her şeyin cevabı bu toplantıda var. 

Jeep Safari

Mükemmel bir aktiviteye hazır olun! Tam anlamıyla suya doyacağınız bu faaliyette yaklaşık 13 kişilik gruplar halinde jiplere binip yola çıkıyorsunuz. İşte asıl eğlence burada başlıyor. Muhtemelen daha önce hiç tanımadığınız insanlarla 40 yıllık ahbap oluyorsunuz çünkü bu işte bir su savaşı var! Temin edebiliyorsanız oraya gitmeden önce iyi bir su tabancası alın. Temin edemezseniz de sıkıntı yok, ilk durakta iş görebilecek tabancaları edinebilirsiniz. 4 kişilik arkadaş grubumuz bu aktiviteden sonra 9 kişi oldu. Birbirinden değerli 5 kişi daha aramıza katıldı ve biz "köleler" geri kalan tüm aktiviteleri birlikte tamamladık.

Tepeden tırnağa ıslanmaya hazır olun. Diğer safari katılımcıları ile birlikte yaklaşık 10 jip su savaşı yaparak ilerliyorsunuz. Arabanızdaki bidonlara sahip çıkın ve her molada doldurmayı unutmayın. Yerli yabancı tüm katılımcılarla savaş halindesiniz. Hepsinden öte safari yolundaki yerel halk bu savaşı çoktan benimsemiş. Herhangi bir kahvenin yanından geçerken ıslanmaya hazır olun. Zira bahçeyi sulayan teyze bir anda hortumu size çevirebilir.

Yolculuk boyunca birçok güzellik var. Gizli şelalenin altına girin mutlaka. Çamur banyosuna katılmamazlık etmeyin. Gerçekten cildiniz ışıldayacak. Buz gibi sularda yürümeyi ve yıkanmayı da ihmal etmeyin. Başta da dediğim gibi birçok insanla kaynaşıyorsunuz, aynı cephede savaşıyorsunuz ve gerçekten sıkı dostluklar ediniyorsunuz. 

Deniz / su ayakkabısı giyin mutlaka. Terlik bu aktivite için uygun değil. Yürüyüşlerde ve çamur banyosunda kaybolma ihtimali var.

Jeep safariden sonra rüzgar sebebiyle saçlarınız birbirine karışmış olabilir. Lavaboda bir avuç saç bırakmak istemiyorsanız sac kremi götürmeniz de tavsiye olunur. Ayrıca bolca çamur olduğu için koyu renk giymenizde fayda var.

Yanınızda bulunması gerekenler: Su geçirmez çanta, su tutmayan şort / tişört, telefon götürecekseniz eğer mutlaka su geçirmez telefon kılıfı, deniz / su ayakkabısı, yedek tişört ve şort, havlu, güneş gözlüğü, para (hediyelik eşya, su tabancası, ekstra bir şey yemek, içmek vesaire için)

Tüplü Dalış

Ne demiştim? Ayağınızın yere değmediği yerde yüzmek. Heh. Ayağı yere değmediğinde panik yapan ben tüplü dalışın iki seansına da katıldım. Dalış ile ilgili yine sınırsız bilgilendirme mevcut. Kulak açma diye tabir ettiğimiz kulak dengeleme eyleminin nasıl yapılacağından tutun aklınıza gelecek ve size denizin altında lazım olacak her bilgiyi dalış öncesi veriyorlar. Benim en büyük endişem burundan nefes alma korkusu idi, dalış gözlüğü burnu tamamen kapattığı için mecburen tüpü kullanıyorsunuz ve panik yapma süreniz maksimum 30 saniye. 30 saniyeden sonra kuracağınız ilk cümle şu: "iyi ki buradayım!"

Alanında uzman 3 eğitmen nezaretinde 5 kişilik gruplar halinde kıyıdan başlayarak dalış yapıyorsunuz. Derinlere doğru indikçe kulak dengeleme yapıp devam ediyorsunuz. Sağınızdan solunuzdan geçen 1001 çeşit balığa bakmaktan fırsat bulursanız nefes almayı unutmayın. Tahminimce 6 metreye gelindiğinde fotoğraf ve video çekimi var. Eğitmenler size balıkları beslemeniz için ekmek veriyor ve siz balıkları beslerken fotoğraf ve videolarınız çekiliyor. Eğer benim gibi partneriniz ile daldıysanız işaret dili ile özel fotoğraflar isteyebilirsiniz. Oraya indiğinizde bayrak açmanız mümkün. Dalış yapmadan önce eğitmene söylemeniz yeterli. 14. dönemde yaklaşık 60 kişi dalış yaptık. Benim gibi yüzme bilmeyen onlarca insan sorunsuz dalış yaptı. Çekinecek hiçbir şey yok. Yalnızca şunu söyleyebilirim palet ile yüzmeye aşina değilseniz dalış yapmadan önce sığ bir yerde paletle ilerleme egzersizi yapın. Bu suyun altında daha az yorulmanızı sağlar.

Yanınızda bulunması gerekenler: Neopren ile dalış yapmanızı tavsiye ederim, hiçbir şey giymeden şort / bikini ile dalış yapma şansınız var ancak neopren ayrı bir hava katıyor ve kesinlikle fotoğraflarda daha iyi görünüyorsunuz. Yanınıza her şeyi alabilirsiniz teknede muhafaza etme şansınız var. Havlu, terlik, dalış harici yüzecekseniz yedek kıyafet alabilirsiniz.

Yamaç Paraşütü

Babadağ'dan (1900 metre) yapacağınız bu aktivite programın en keyifli aktivitelerinden birisi. Otelden Babadağ'a uçuş yapacağınız pilotlarla hareket ediyorsunuz. Biz giderken benim pilotum "insanları uçanlar ve uçmayanlar olarak ikiye ayırıyorum" demişti. Gerçekten ne demek istediğini anlayacaksınız.


Arkadaş grubu ile atlayış alanına gitmeniz bir şey ifade etmeyebilir. Farklı yönlere doğru uçuş yapıyorsunuz. Havada karşılaşma ihtimaliniz de çok zayıf. Tamamen sizin inisiyatifinizde pilotunuz size  akrobatik hareketler yapabilir. Ben pek kıymetli Mustafa Üri hocam ile birlikte sakin olarak nitelendirebileceğim bir uçuş gerçekleştirdim. Ölü Deniz'i, Kelebekler Vadisi'ni ve hep bahsettiğim denizin o eşsiz rengine bir de oradan bakın lütfen! 

Benim gibi fotoğraf hastası birisi iseniz pilotunuzdan ricada bulunun. Sizi kırmayacaktır. Aktivitenin büyük çoğunluğunda makine sizin elinizde oluyor, dilediğiniz açılardan fotoğraf ve video çekme şansınız var. Makineyi düşürmekten çekiniyordum, makine tıpkı sizin gibi sıkı sıkıya pilota bağlı. Bol bol sohbet edin, pilotunuzun hikayelerini dinleyin, hiç tanımadığınız ve muhtemelen bir daha hiçbir zaman görmeyeceğiniz pilotunuza hikayenizi anlatın. O yükseklikte ruhunuza format atıyorsunuz. O manzaraya karşı bi' sigara içeyim diyorsanız eğer pilotunuza da ikram etmek koşulu ile mümkün. Pilotunuz kullanmıyorsa iznini alarak içebilirsiniz. 

Yanınızda bulunması gerekenler: Cesaretiniz -bunu unutmayın- güneş gözlüğü alabilirsiniz -düşmesinden endişe ediyorsanız bağlayabilirsiniz- düşmesinden endişe ettiğiniz şeyleri pilotunuz kendi çantasına koyabilir, terlik yerine ayakkabı tercih edin, inişte ve kalkışta 4-5 adım yürümeniz / koşmanız gerekiyor işiniz kolaylaşır. Yamaç paraşütü fotoğraf ve videolarını almak isterseniz 120-150 TL arasında değişen bir para ödemeniz gerekiyor. Ödemekten çekinmeyin.

-Türk Gecesi-
Bu gece etkinliği otelde gerçekleşiyor. Şayet şansınız varsa o geceye sanatçı olarak Görgün Veli Topçu katılır. Hayatımda bu kadar eğlendiğim başka bir gece daha hatırlamıyorum. Mükemmel sürprizlere ve sınırsız eğlenceye hazır olun.

Dalaman Çayı Rafting 

Raftingin yapılacağı parkura ulaşmak için epey bir yol kat ediyorsunuz. Botlar 6 kişilik. Daha önce Fırtına Deresi'nde rafting yapmış birisi olarak şunu söyleyebilirim, Dalaman Çayı kesinlikle daha zor ve eğlenceli. Zira rehberler suyun altını ve üstünü ezbere bildikleri için onların talimatlarına uymanız yeterli. Disiplin seviyorsanız mutlaka Mustafa hoca'nın botunda yer alın. Parkur boyunca molalar var. Kayalardan süzülen sudan mutlaka için. Parkur öncesi yaklaşık 45 dakikalık demo var. Mustafa hoca rafting boyunca karşılaşmamız muhtemel bütün durumlar ile ilgili bilgilendirme yaptı. Şu kadarını söylemek yeterli olacak: botla neler yapabileceğinize siz de şaşıracaksınız. Bottan düşerseniz düşmenin de keyfini çıkarın. Can yeleğiniz sizi suyun üzerinde tutuyor aldığınız eğitim doğrultusunda sırt üstü uzanıp kendinizi yönlendiriyorsunuz. (küreğinizi bırakamayın, bu espriye gidince güleceksiniz) herhangi bir kayaya çarpma ihtimaliniz çok az, diğer botlardan veya rehberlerden yardım hemen geliyor ve bu tutkunun hazzına erişiyorsunuz!

Yanınızda bulunması gerekenler: Su / deniz ayakkabısı, su tutmayan şort, yedek kıyafet

Aqua Park - Bungee Jumping

Aqua park harikulade. Özellikle ikili botlarla yapabileceğiniz bir çok etkinlik var. Adını bumerang olarak hatırladığım kaydıraktan mutlaka iki kişi kayın. Biz 9 kişi kasa kiralayıp değerli eşyalarımızı oraya bıraktık. Yanınıza güneş kreminizi, terliğinizi, havlunuzu, yedek kıyafetinizi alın. Bir an önce bungee jumping'e geçmek için sabırsızlandığımdan aqua park kısmını sonlandırıyorum!

Düşemez ki!

Evet, aşağı bakacak olursanız eğer konteynırın üzerinde tam olarak bu yazıyor: "Düşemez ki!" Bakın bu kadar eğlenceli insanı bir arada tekrar yakalamanız mümkün olmayabilir. Hasan ve eşi, Fatih ve adını hatırlamadığım, işini gerçekten severek yapan o harikulade insanlar. 

Kilonuza göre atlayışlar gerçekleşiyor ve siz o esnada insanların 50 metreden kendini boşluğa bırakışına hayret ediyorsunuz. Bungee Jumping'in güzel yanı parterinizle atlayış yapma fırsatını size veriyorlar. Bunu yazdığım için Hasan bana kızacak ancak aksesuar takmayın, hepsi Hasan'ın oluyor. "Ben sadece yamaç paraşütü yaparım gerisine karışmam" diyen ben bütün aktivitelere katıldım. Bunu söyleyerek oraya gelen onlarca insan göreceksiniz. Ve yine o insanları o aktiviteleri yaparken göreceksiniz. 

Tandem Bungee Jumping için bizi Hasan ve Fatih hazırladı. Bir elinizle kamerayı tutuyorsunuz, diğer eliniz partnerinizin yeleğinde. 50 metreye geldiğinizde son hazırlıklar yapılıyor ve yüzünüzü boşluğa dönüyorsunuz. Bu esnada aşağıya bakmamaya özen gösterin. Ben çıkarken hiç bakmadıysam 10 kere aşağı baktım. Keza sonradan izlediğimiz üzere partnerim de düşüşten 2-3 saniye önce aşağıya bakıyor. Kendinizi boşluğa bırakma iradesi sizin elinizde. Bu sizi germesin. Oradaki rehber "şimdi cesur" diyor siz de "daima cesur" deyip kendinizi boşluğa bırakıyorsunuz. Düşüş esnasında yaşadığınız şeyleri yazabilecek bir lügatım yok. Yaşayın. Gerçekten bu deneyimi yaşayın. Özellikle çiftler, kesinlikle bu deneyimi yaşayın!

Yanınızda bulunması gerekenler: Cesaret, tişört, ayakakbı, şort.

***Ekstra***
Ören Kanyonu

Ekip olarak boş günümüzü bu aktivite ile değerlendirdik. 75 TL katılım ücreti var. Ücrete ekipmanlar, fotoğraflar ve yemek dahil. Özel bir izin ile kanyona giriş yapıyorsunuz. Cennetin yer yüzüne düşen ılık gölgesi burası. 4 km uzunluğunda bir parkur. Parkura girişte yine eğitim alıyorsunuz, neopren, kask, ayakkabı ve can yeleği organizasyon tarafından veriliyor. Neden ılık gölgesi diye soracak olursanız parkur boyunca öyle yerler var ki soğuktan iliğiniz donuyor, hemen ardından kayalıklarda yürürken sıcaktan terliyorsunuz. Su öyle yerlerden akmış ki doğal aqua parkı görmeniz mümkün. 2 metrelik kayaların arasından kayarak kendinizi buz gibi suya bırakıyorsunuz. Yüzme bilmemeniz çok elzem değil. Can yeleğiniz var. Batma gibi bir durum söz konusu olamaz. 



Mehmet Bat ile birlikte kanyonda iseniz harika fotoğraflarınız olacak. Kanyon boyunca Hasan hoca'nın zulasından sigara içmek mümkün. Yanınıza su almanıza gerek yok. Kaynağından kana kana su içeceğiniz yerler var. Eşsiz kelebeklere sıkça rastlayacaksınız. Kendinizi yürüyüşe kaptırıp manzarayı kaçırmayın sakın. Ara ara durun ve etrafı seyredin. Gökyüzünün ne kadar küçük, ağaçların ne kadar yaşlı ve kayaların ne kadar ürkütücü olduğuna bakın.

Kanyon sonunda müthiş bir alabalık ziyafeti sizi bekliyor olacak. Zaten acıktığınızdan parmaklarınızı yiyeceksiniz. Kanyon mevkiinden ayrılmadan alabalık tesisindeki yemleme işlemini izleyin derim. Dönüş yolunda muhtemelen uyuyor olacaksınız.

Yanınızda bulunması gerekenler: Neopren içerisine giyebileceğiniz şort, mayo / bikini.

Scad Diving

Tamamen isteğe bağlı. Bungee jumping yapmam diyorsanız bunu yapabiliyorsunuz, eğer bungee jumping yaptıysanız bu aktivite için cüzi bir para ödemeniz gerekiyor. 50 metreden sırt üstü bir ağa düşüyorsunuz. Düşüş kararınızı oradaki rehberiniz veriyor. Hasan veya Fatih yukarıda ise sinirlendirmenizi tavsiye ederim. Mükemmel bir düşüş deneyimi yaşayabilirsiniz.

******

En özel zamanlarınızı, unutulmaz dostluklarınızı yaşayacağınız yer tam olarak orası. Demem o ki biz diğer paketlerden devam edeceğiz, sizleri de bekleriz!

Teşekkür:
Mustafa Kaya, mBAT, Fatih, Hasan, Funda, Gamze.

Özel Teşekkür:
Çağatay, Öznur, Çiğdem, Mehmet, Özge, Tuba, Melek ve Pelinim!

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Mühim



elinde tuttuğun ölgün ışık düne ait,
farkında değilsin
-mühim değil.

senin yarın sende kalsın,
dilediğin yarın bakıp içlendiğin gökyüzü kadar uzak
yarın gelsin, anlayacaksın
-mühim değil.

benim yarım
senden arttım
adımı biliyor musun?
-mühim
değil-

mirfanK'15

2 Ağustos 2015 Pazar

Tan


kabuğundan sıyrılıp yeniden gözle kendini,
hiç dokunmadığın ama
parçalanışına ses etmediğin kendine bak yeniden.

uzun uzadıya yordun, yoğurdun içini
değme, doğsun gün
in omuzundan gündüzün, seyret nadası.

zehrini sakla,
tanı seherden ayır,
bundan gayrı yorganın gök
yastığın bi' alagül.

mirfanK'15

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Boyacı


hissediyorum gölgede bıraktığın izi,
inatla kovuyorum günü, güneşi.
elimde masmavi bir boya lekesi
-ben ki küskün geceye-
doğmasın istiyorum güneş,
saklansın istiyorum gün.
izin yabancı,
izin bi' sağır masalı,

ahmaklık bendeki
hâlâ boyuyorum zihnimi.

medium say

mirfanK'15

31 Temmuz 2015 Cuma

sis


birkaç dokunuş eksik,
birkaç şarkı hatırsız,
biz yine tamdan bi' eksik kaldık.

***

acından da geçtim, geçmedim değil
sevdalısıyız ya rüzgârın,
mevsim hiç ama hiç önemli değil.

göremiyorum seni artık
bu mevsim bile sisli
güneş misin
bulut mu?

mirfanK'15

27 Temmuz 2015 Pazartesi

küpe


"kimse sınanmadığı günahın masumu değildir."
-anonim-

"şeytana ait olan hiçbir şey insana yabancı değildir"
-dostoyevski, karamazov kardeşler-

bir kulağın delik olsa bile bazen iki küpe taşıman gerekir. küpe olsun.

19 Temmuz 2015 Pazar

(Söyleşi) Son Ümit Dergisi, 6


1.-Hakkınızda bilgiye ulaşmak oldukça güç, okurlarımız için İrfan Kurudirek’i sizden dinleyebilir miyiz? Sizce kimdir İrfan Kurudirek?

-1987 Erzurum doğumluyum. Sporcu bir ailede büyüyüp geleneği bozmadım, Beden Eğitimi mezunuyum, aynı alanda yüksek lisansımı bitirdim ve buz hokeyi antrenörüyüm. Bu yıl Buz Hokeyi Kadınlar A Milli Takımında yardımcı antrenörlük yaptım. Dünaydın Sevgilim (2011) ve Karton Külleri (2012) yayımlanan kitaplarım. İkisi de birer baskı yaptı ve baskıları tükendi. Bunlar dışında çeşitli dergi ve gazetelerde şiirlerim yayımlandı. Yitik Ülke yayınlarından çıkan "Mutsuz Aşk Vardır" ve "Tuhaf Alışkanlıklar" adlı kitaplarda da birer yazım yayımlandı. Fırsat buldukça bu ve benzeri işlerle uğraşıyorum.

2.-Şiire yönelmenizi sağlayan olay ya da kişi kimdir? Yazmaya nasıl ve nerede başladınız?

- 2008 yılında SiyahKahve'de yayınlanan bir şiirim üzerine pek kıymetli Yelda Karataş ile hoş bir sohbetimiz olmuştu. Evet, şiire düşüşüm tam olarak 2008 kışına denk gelir. Öncesinde diğer türlerde çalışmalarım oldu, hâlâ çalışmalarım devam ediyor. Şiir çok başka ama. Fakat fotoğraf-öykü buluşması ödüllü fotoğrafçı Murathan Özbek sayesinde oldu. Onun çektiği fotoğraflara öyküler yazıyorum, kendisi ülkemizin yetiştirdiği en önemli fotoğrafçılardan birisi. Son iki yıldır dünya birinciliğini kimseye kaptırmıyor. O'nun fotoğraflarına öyküler düzmeye çalışıyorum.

3.-Birçok şiir sever sizi “Gam” şiiriniz ile tanıdı. Bu şiiri yazarken nasıl bir ruh hali içerisindeydiniz?

-Gam bir bebek ise eğer doğum belgesinde İbrahim Tenekeci yazar. O'nun bu şiirin doğuşunda emeği büyüktür. "Gam" hayatımda masmavi bir yol oldu. Yazım süreci en uzun şiirim gamdır. Keyifli bir yazın sonuna doğru bitirdim, tahmin ettiğimden çok beğenildi. Hatta en sevecen hikayesi de bir bey doğum yapan eşine el yazımla yazdığım gam'ı hediye etti, hatırladıkça tebessüm ederim. 

4.-Yazarken özellikle değinmek istediğiniz/değindiğiniz bir tema var mı? Var ise bu tema nedir?

-Özellikle değindiğim bir tema olmadı hiç. Şu sıralar kavuşmanın o kadife dokusunu düşlüyorum. Hasretlik kuşlara bile ölüm.

5.-Sizce bir şiirin olmazsa olmazı nedir?

-Sevgili.

6.-Sizce yazın dünyasının en büyük problemi nedir?

-Keşke insanlar sosyal medyada paylaştıkları kadar okusalar.

7.-Birçok şairin çeşitli şehirlerden ilham aldıklarını biliyoruz. Siz de işiniz gereği pek çok şehirde bulunma imkânı elde ettiniz, size ilham olan bir şehir var mıdır?

-Erzurum öykülerimin beşiğidir. Yeri ayrı. Fakat bir şehir söylemem gerekirse bu Venedik olacaktır. 2010 yılında Viyana'da bir orta çağ piyanistini anlatan romana başlamıştım, bitirmek nasip olmadı. İlerleyen yıllarda tekrar o havayı soluyup o romanımı bitirmek istiyorum.

8.-Yeni bir kitap hazırlığında olduğunuzu biliyoruz, çok gizli değilse okurlarınızı nasıl bir kitap bekliyor?

-İlk iki kitabımdan çok farklı bir kitap gelecek. Değişik diye tanımlayabilirim. Son çalışmalarımızı yapıyoruz, Eylül 2014'te okuyucu ile buluşacak. İkinci kitabım Karton Külleri çıkmadan önce sevgili Murathan Özbek ile birlikte bir tanıtım filmi hazırlamıştık. Üçüncü kitabım için de aynı şeyi düşünüyoruz.

9.-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı İrfan Bey?

-Yayın hayatınızda başarılar diliyorum.

Röportajımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ediyor, edebi yaşantınızda başarılar diliyoruz…

18 Temmuz 2015 Cumartesi

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Af


kırdığınız bir kalbe dokunun, bin aydan daha hayırlı bu günde af kapısından geçmeniz dileğiyle, hayırlı kandiller.

mirfanK'15

11 Temmuz 2015 Cumartesi

O

ondan geriye


Ondan geriye sayalım, sonra dağılırız. 
O’ndan geriye ne kaldı ki?


Yakası ütüsüz gömleğimin cebinde yıkanmış bir peçete var, sanırım gözyaşlarını buna silmişsin, cebim ağırlık yaptı bende yanlış iliklemişim düğmelerimi. Sona gelince anladım, yaşların beni çirkin gösteriyor.

Elleri zincirli mahkum gibiyim, sağım solum aynı kıyafete bürünmüş insanlarla dolu. Koluma giriyorlar sürekli, düşecekmişim gibi davranıyorlar, daha ne kadar düşebilirim ki? Mübaşirin sesi kurtarabilir beni, evet, mahkeme salonuna bir girsem elimle kolumla konuşacağım, anlatacağım seni.
Ama mübaşir yok,
Ellerim zincirli,
Hakim sağır.

Şimdi gözlerimi sökerek gidiyorsun ya benden, öldürüyorsun ya beni, reenkarnasyon var, inanıyorum ben, tekrar geleceğim bu dünyaya! Bulacağım seni! İntikam.. İntikam.. Seveceğim seni yine. Olur da “sen” olarak gelirsem dünyaya kimsenin gözlerini sökmeyeceğim, kimseden gitmeyeceğim.
Hangi rüzgara emanet ettin kokunu?
Kirpiklerim yaş, gamzelerimin damarları çekiliyor.

Yanık bir zurna sesi ile gelin çıkarıyorlardı köyün birinde hatırlıyor musun? Gelin çıkarma törenine geç kalan bir kadını almış, evin önüne bırakmıştık seninle. O kadının duası tuttu, muradım oldun, çok mutlu olduk seninle. Sonra asma köprüden geçerken bir çocuk görmüştük hani, dizleri yırtık, elleri kirli, ağlıyordu. Gidip sormamıştık “neyin var?” diye. İşte onun da bedduası tuttu, hüznüm oldun.

Geçenlerde bir liste çarptı gözüme;
”En çok insan öldüren memeliler” diye, hipopotamları listenin başına oturtmuşlar, üzüldüm açıkçası.
İnsanların hala haberi yok senden.

mirfanK'11

9 Temmuz 2015 Perşembe

Zer



Sustuklarımın içine bak
Başka bir çığlık
Can çekişiyor.


Sana dokunan harflerimi sorguya çekiyorum, yağmur yağıyor ve şapkalara minnet ediyoruz yine. Yolda kaldı bir sevda masalı, masal anlattığım gelincikler geliyor gözümün önüne ve ben daha son harfi yutmadan onlar uykularına gömülüyorlar.

Kardelenler var bir de;

Başlarını umutsuzca güneşe uzatıyorlar, öleceklerini biliyorlar
-benim gibi.
ama
asiler
-benim gibi.
Isınan yaprakları yeri gösteriyor
-benim gibi.
ama onlar
ölüyorlar görüyor musun?
-senin gibi.

öl.

mirfanK'11

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Bi’ Dilim Zaman

bi' dilim zaman


Evvel zaman içinde
İki çocuğun olsun istiyorum dua ile.
Birisi doğarken ölsün,
Diğeri de yaşarken öldürsün
Seni.


geceleri masmavi yapışırken düşlerime sen
şimdi kapkaranlık bir düşsün.
zifiri düşüyorsun
ama
kafanı kanatacağın duvarlar beyaz.

. . .

küçükken süt dişlerini çektirmeye taksiyle gitmişti yakın bir dostum,
büyüdü, hala her sarı arabayı o taksi sanıyor.

sonra ben büyüdüm
büyüdüm de ne oldu?
büyüyünce kuş üzümü olacak çiçekler kokmamaya başladı ve yüreğimdeki en lezzetli tatlı diye övündüğüm tepsilerin dibini kahpelik tutmuş!

ama neresinden tutarsan tut,
eline bulaşıyor senin.

yüreğime kim almıştı seni?

bi’ dilim zaman dileniyorum şimdi:
geçmişe gelip
seni dilimlemek için.

dilim dilim.


mirfanK’11

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Lanetli

lanetli


Biliyorum, kafanı her gökyüzüne kaldırdığında uçan kuşlar kadar özgür olmadığını 
ve asla “özgür” olamayacağını biliyorum. 


Şimdi sen bende ölüyorsun ya,
Aklım cenazende kalıyor.

Dokunduğun her şey mat. Evet, hayatında yer eden herkes adın geçince bir müddet gözlerini kapalı tutuyor. Öyle ki o an karanlık değil, beyaz bir perdeye leke gibi düşüyorsun.

Çünkü,

S e n  ç o c u k l u ğ u n u

D o ğ m a m ı ş  b i r  ç o c u ğ u n

G ü n a h ı n a

S a t t ı n .

Üç kuruş.

Bana ”sen sıradan değilsin” dediğinde iyi bir şey söylüyorsun sanırdım.
Meğer, kahpeliğin sıradan gelmiyormuş bana vurunca anladım.

Nefesine nefis bulanan
Bacakları kırmızı
Topukları cenin
Elleri kirli

Bir aciz görürseniz
Bacaklarını kapatın,

”O” Lanetli.



mirfanK’11

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Yalan

Fırtına

“Annesine yalan söyleyen kadından sadakat beklenmez.”

İrili ufaklı yalanlarla büyütülmüş çiçeklere doğru gübreyi verirsen kururlar. Yalan aşılaman gerekiyor onlara yalan! Beceremedim.
Ben babama hiç yalan söylemedim.
Ne zaman sorsa
”Sevdim” dedim.

Ama sen, görüyorum ki adını bile yalan yanlış söylüyorsun.
Yalanın sonu kendine benzeyen bir kelimeye çıkar;
y a l n ı z l ı k .

Tanıdın mı?

Bakma öyle atıp tuttuğuma,
Karıncayı bile aldatamam ben.

Şimdi gelip sorsalar sana hep sen haklısın değil mi?
Gidenler haksız, şerefsiz ve hatta nankör. Mutlaka onlar seni yarı yolda bırakmışlardır ve kıymetini bilmemişlerdir. Onlar diyorum kusura bakma çünkü sayıca biraz kalabalıklar.
Ama sen, doğrusun ve iyisin. Hatta meleksin.
Kim bilir,
Belki annenden başka birisi de inanır sana zamanla ama geçmişini iyi sakla.
İyi hoş,
Bilse nasıl bir yaratık yetiştirdiğini O da inanmaz sana. Ama acele etme şu dünyayı bi’ değişelim. O da görecek seni, O da!

Seni unutmak,
Gururuma olan en büyük borcumdur.



mirfanK’11