18 Ocak 2015 Pazar

Deniz Kabuğu [Karton Külleri]

Susakadın!

“Dalga gerçekten kumsaldan neleri götürür bilmiyorum. Tolstoy için her zaman cezbedici bir şey olmuştur sahilde yürümek. Bazen onun bu isteğini anlayabiliyorum. Denizyıldızı toplayan bir çocuğun Tolstoy için önemi neyse kumsalda bulduğu her taşı deniz kabuğu zanneden kızın dramı da benim için aynı.”

Deniz rahatlatıyor insanı. Ne kadar rüzgâr alırsa o kadar güçlü olur deniz evet. Rüzgârsız bir denizin durgunluğu dinlendiriyor insanı. Ama bugün deniz dalgalı, güçlü ve asi. Devasa yüklerle nasıl yaşıyor insan gerçekten anlam vermek zor. İnsan beyninde neleri büyütüyor, neleri öldürüyor kim bilir. Kendime bakıyorum beynimde koca bir aşk yapmışım kimsenin haberi olmadan hem de. “Kızım etrafından saklıyorsun kendine itiraf et bari” değil mi? Yok.

Yağmur başlarsa şaşırmam. Ne zaman rahatlamak için bir deniz bulsam kıskanır gökyüzü. Veya da ben böyle kandırıyorum kendimi. Yahu masmavi olsun her yer, hayallerimi yüzdüreyim bu mavilikte. Ben ne kadar düşlersem böyle bir huzur eşiğini mutlaka griye çalıyor hava. Yine öyle bir iklimde buldum denizi ama hayallerimi yüzdürmeden bırakmayacağım.

Hayata çalım atamıyorum, atsam da kaderi geçemiyorum. Bu yüzden bu maç hiç bitmiyor be deniz. Bu maçı kader belirliyor mutlaka ama sürpriz yapmak istiyorum artık. Düşlerimi bir gerçeğin dallarına bağlamak istiyorum. Dalgaların kumsaldan götürdüğü pislikler gibi benim de buna benzer bir arınmaya ihtiyacım var desem gülersin değil mi deniz? Gülme be.

Kabuğu soyulur mu denizin? Dalgaların bırakıp gittiği sen olamaz mısın? Bir günde bu denize senin daha büyük olduğunu söyleyeyim de o da köpürmesin! Mümkün değil. Parmak izlerimi bırakıyorum sahile, bilirsin dalgalarda gelip siliyor. Derler ki dalgalar sahile bırakacaklarını başka yerlerden toplarmış; başka birinin umutları, hayalleriymiş o kırıntılar. Benim kırıntılarımı hangi sahile taşıyor bilmiyorum ama gelen kırıntılar çok içli. 


Bir insanın elinden aşkını alamazsın. O seni sevse de avuçlardan sökülüp alınmaz aşk. Bugün bunu öğrendim. Tüm günahlar bana yazılıyor biliyorum. O uzakta kalsaydı, ben ona uzansaydım. O zaman büyüsü bozulmayacaktı aşkın. İnsan ne yaşarsa yaşasın kafasını ilk mutlu olduğu yere çeviriyormuş. Hayallerimi geri sarınca anladım. Topuklarıma kadar titresen de o başka birisine “aşk” demişse sen ona “beyaz” diyemezsin. Kararınca anladım. En zor vazgeçilen hayaller olsa da onun vazgeçilir bir yaratık olduğunu anlamak en zorudur. Onu öldürdüğümde anladım!

Evet, bugün bir kadını öldürüp sahile bıraktım. Ağzına da saçlarını doldurdum bir “sus payı” olarak. Dalgalar onun saçlarını götürecek, sahteliğini götürecek, bedenini temizleyecek ama gözlerine dokunmayacak.


Ben sahile âşık oldum bugün 
Sevdiğim kadını benden iyi gömdü!

                                  
                                                              …

Güneş doğsa gideceğim biliyorum. Ama doğmuyor güneş. Gökyüzü hep gri. Uğruna can verdiğim adam nerede bilmiyorum. Adam mı artık onu da bilmiyorum. Ama ben burada ölüyorum sanırım. Ağzıma dolan saçlar var, konuşamıyorum.


b e n 

ö l ü y o r u m .


mirfanK’11 ~hupkuru.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Bayram Sevinci [Karton Külleri]

bayram sevinci



“Beni öldüren bıçağa bulaşan ikinci kandır, varlığın.”

Küçüktüm, adımın ingilizce karşılığını merak ettim. Aslında bu merak birden bire cereyan etmemişti. Sevdiğim bir kız vardı, beni adının ingilizce karşılığı olan birisiyle aldatıyordu. Kıskanmıştım, benim de adımın karşılığı olsun istedim. Adımın karşılığını buldum, bir kağıda yazdım ve cebime koydum. Çıkarıp çıkarıp bakıyordum, çok güzel duruyordu uzaktan bakınca. Ben, adımın karşılığını buldum ama keramet bunda değilmiş, yine aldatıldım, yine üzüldüm. Sonra senin adının karşılığını aradım, hiçbir dilde bulamadım.

İrili ufaklı işler başardım. Yaşça büyük insanlardan oldukça büyük övgüler topladım. Çuvallar dolusu tebrik yazıları taşıdım apartmanın kilerine, aşk üzerine, sevda üzerine bir sürü mürekkep ezberledi gözlerim. Sonra seni aradım, hiçbir tebrikte o samimiyeti bulamadım.

Kilometrelerce uzaklara gittim, ülkeleri birbirine kattım, birçok dilde “merhaba” demeyi öğrendim, insanlarla tanıştım / tartıştım. İdeallerim doğrultusunda düşmanlar kazandım. Hızlı tırmandığım dağlardan hızlı düştüm. Başı beyaz örtüyle bağlı ve sürekli sigara içen Ağrı Dağı gibi yalnızdım. Öldüğümü sandığım bir sabah, “neredesin?” feryadıyla birçok insanı aradım. Seni ortaya çıkaracak o soruyu bulamadım.

Sonra bir gün öldüm, mezarıma indin, hiçbir tabloda bulunmayan renkteki gözlerin nemlenmişti, beni iki elinle tuttun, yerime yerleştirdin. İçime ağladığım gecelerdeki gibi sağıma çevirdin. Kıyafetlerinin tozuna aldırmadın ilk kez, elinle saçını düzelttin, derin bir nefes aldın ve üzerimi örttün. Eskiden ısınmam için yaptığın her şeyi gözlerinle kara toprağa emrettin, kefenime ihanet etmedin, bildiğin tüm duaları dudaklarından okudum. Senden başka tanıdık bir sima bulamadım.


Beni öldüren bıçağa baktın, 

Gözlerini yumdun, 
Mezarımın başına gelecek katilimi bekledin, 
Dostlukla eğitilmiş 
Bir “şahin” gibi.


mirfanK’11