25 Aralık 2011 Pazar

Sibel Buğdaycı: Kahire–Kızıldeniz Bir Bisiklet Yolculuğu

sibel buğdaycı

2008 yılında okuduğuım Sakin ol! Her şey Mümkün; yolculuğun, özellikle bilinmeyene yapılan yolculuğun, ne kadar özel olduğunu kanıtladı.

“Yolculuk biraz ölmektir der Paul Verlaine bir şiirinde, bence yaşam bir yolculuk, yolculuk da özgürlüktür.
Hele
Sibel Buğdaycı’nın yaptığı gibi bilinmeyene yapılan yolculuk ise özgürlüğün de ötesine geçmektir.
Sadece sınırların değil, zamanın da aşıldığı, gerçek ile düşün birbirine karıştığı bu yolculukta; doludizgin bir gezgin, bizleri de büyülü latin dünyasının sırlarına, coşkusuna, renklerine ve güzel insanlarına götürüyor.”
der Mehmet Günyeli kitabın tanıtım sayfasında.

Sibel Buğdaycı’ya “Sakin ol! Her şey Mümkün” için teşekkür etmeliydim, kendisini uzun uğraşlar sonucu buldum, teşekkürlerimi ilettim. O yıllarda yeni bir kitap projesinde olduğunu söylemişti. O günden sonra heyecanla bisiklet yolculuğunu konu alan kitabını bekledim.

Uzun uzun sohbetler, aşka biçilen kelimelerimiz ve sessizliklerimiz aynı yere çıkıyordu hep. Aradan yıllar geçti, ben Dünaydın Sevgilim’i büyük bir heyecanla kendisine gönderdim. İki müjdeyi aynı anda yaşadık. Ben ona kitabımı müjdelerken kendisi de bana “Kahire-Kızıldeniz Bir Bisiklet Yolculuğu” adlı kitabının çıkmak üzere olduğunu müjdeledi.

Kitabı okumaya kurşun kalemim ile birlikte başladım. Altı çizilecek, not edilecek onlarca şey vardı.

Kitap: Nil Kıyısında – Lüksor – Kızıldeniz olmak üzere üç temel bölüm üzerine oturtulmuş toplamda on parçadan oluşuyor. Bunlar:

Bir: Her yer her yer kadar ilginç.
İki: Yeniaynıkentler.
Üç: Bisiklet Üzerinde.
Dört: Tarihi Eserler.
Beş: Paket Servisi.
Altı: Karmaşanın Tanıkları Firavunlar
Yedi: Engellenen Seyahat
Sekiz: Son Durak Kızıldeniz
Dokuz: Çölde Hayatlar
On: Yolculuğun Sonuna Doğru.

Favori bölümüm kesinlikle “Karmaşanın Tanıkları Firavunlar”

Hemen hemen her parça Eski Mısır’ın Ölüler Kitabı’ndan alıntılar ile başlıyor.

“Günümüze geldiğimizde yüzyılların erişilemeyen sırlarına sahip bu anıt mezarları, boyunlarını bükmüş halde buluyoruz. Özellikle de yüz kırk metreyi aşkın boyuyla en büyükleri olan Keops Piramidi, gökdelen binaların ardında kaybolmuş durumda.” kitabın başlarında bulunan bu cümle bana “Mısırı kesinlikle görmeliyim!” dedirtti.

Sibel Buğdaycı “Oysa benim işim hayatın ve karmaşanın ortasına dalmaktan başka bir şey değil.” diyor.

Eğer yolculuğa merakınız varsa ve bu merakınızı usta bir kalemden okumak istiyorsanız öncelikle sahafların kapısını çalıp “Sakin ol! Her şey Mümkün” adlı kitabı sorun.

Kahire-Kızıldeniz Bir Bisiklet Yolculuğu alınıp okunası, arşivde saklanası bir kitap.

Tarih kokan o harikulade toprakları gezmiş kadar oluyorsunuz fakat içinizde her zaman için “gitmeliyim” isteği kıpırdaşıyor.

Sibel Buğdaycı’ya Not: İki kitabım da imza bekliyor.

Artı ve eksilerimle.


mirfanK’11

20 Aralık 2011 Salı

Gülsel Ceren Güneş: Karakalem

gülsel ceren güneş-karakalem
“…” yükü ne kadar fazlaysa o kadar yavaş gider ya insan “…”
-gcg-
Bir avuç kitap Karakalem fakat içerisinde dünya yükü taşıyor.
Gülsel Ceren Güneş’in –Bir avuç insana ve Hakan Ulutaş’a- diye başladığı Karakalem son zamanlarda dudak bükerek okuduğum, çoğu cümlenin ardından kitabı kapatıp gökyüzüne baktığım nadir kitaplardan.

ZDC Yayıncılık tarafından çıkarılan Karakalem yayınevinin ikinci kitabı. Kitabın içerisinde hediye olarak gelen ayraç ise hayallerimin dizaynına sahip. Hatta Karakalem ile birlikte aldığım Hemingway’e Karakalem’de rastlamak mükemmel bir his!

Kitap 9 bölümden oluşuyor:

1-) Karakalem
2-) Teksas’ta İhtiras
3-) Günaydın Anne
4-) Aşkın Palyaço Hali
5-) Zehirli Maymunlar
6-) Mercan Balığı ile Kabuklu Parazit
7-) Saatler Damlarken
8.) Kapının Önü
9-) Gri’nin Siyahı, Siyah’ın Beyazı

Her öykünün bıraktığı tat ayrı. Şayet yüreğinizde başka bir anne sevgisi besliyorsanız gözyaşlarınız bu kitabın sayfalarıyla tanışabilir. Ders arasında okuduğum “Günaydın Anne” adlı öykü bir sonraki derse kızarık gözlerle girmeme neden oldu.

“…” Ayrıldığımız gün hamile kalan kadınların çocukları şimdilerde kreşe gidiyor olmalıydı. Aşkını çekiçle kırdığımdan beri görüşmemiştik “…”

Altını çizdiğim onlarca cümleden yalnızca birisi bu. Bugün tek solukta harika betimlemelerle süslü bir kitap okudum. Üstelik bu Gülsel Ceren Güneş’in ilk kitabı.

Şahsım adına önümüzdeki dönemlerde böylesi bir kalemi okuyacağım için çok mutluyum.

Kitap 82 sayfa artı samimi bir teşekkür yazısından oluşuyor. Türü: Öykü.

Üzerine sayfalar dolusu şey yazılabilecek kitabı buradan temin edebilir, en yakın kitabevine sipariş vererek alabilirsiniz.

Alınmalı, okunmalı.

Teşekkürler Gülsel Ceren Güneş!

artı ve eksilerimle.
mirfanK’11

17 Aralık 2011 Cumartesi

Kara Kışsın Erzurum

erzurum

“Doğuştan ağzı dumanlıdır Dadaşın / burnundan solur ayazı,
Başı önünde yürür / kara yazılıdır alnındaki yazı.”

giyin Erzurum, sıkı giyin;
kara, bahtımı bulmaya gidiyoruz.

sanki açsam kulaklarımı şu pembe geceye,
kar tanelerinin deldiği yaprakları duyacağım gibi
ama
üşürüm / duyamam.

gök yağmayı bıraksa, toplasa bulutlarını sessizce uzaklaşsa
tutarsın yıldızları oturduğun yerden, saklarsın avucunda / bilirim
ama
uzanamam / tutamam.

sadece adımları ses çıkaran yiğitler var sokaklarda;
vakit geç olmuş, hava soğumuş.
hızlı hızlı yürüyor yiğitler,
durdurup sorsan
“gözlerimde titriyor yârin gözleri / onu donduruyorum” der.
ayaz kokan gözleri yine yâri söyler,
bulduğu ilk sıcakta yâri nemli yanaklarına / gamzelerine emanet eder.

sis çöker,
göz gözü görmez ama
yürek bilir yüreği.

Erzurum senden önce uyanır,
tüm renkleri beyaza boyar; gelinliğiyle karşılar adamı,
gökyüzü maviye koştuğunda
terler avuçları adamın.

ve kim bilir belki de en büyük denizdir
uzun zamandır ağlamayan Erzurum’un
kar taneleri.


Fotoğraf: İrfan Kurudirek

mirfanK’11

14 Aralık 2011 Çarşamba

Batikon

ölümcül miras

yara
sen kanadıkça
duruyor orada.

sen öylece durursan
orada,
kimse söylemez
yara.


mirfanK’11

12 Aralık 2011 Pazartesi

Kışa Selam

karın altından bildirenler

“Hava şu an –20 derece. Hızlı adımlarla yürüyüp gözlerimden akan O’nu dondurmak istiyorum.”

Ortalık dağınık biraz.
Kış zamansız geldi. Aslında soğuğu hissettirmesini anlıyorum, ortalıkta pek kar yok, eh hazır topraklar göz önündeyken ben şu cesetleri gömüp geleyim ha? Öyle şaşkın şaşkın bakma. Bunlar olağan şeyler.

. . .

Yarın akşam gel bana.
Mutlaka bekliyorum bak. Kar yağışı bekleniyormuş. Arka odadan denizi izleriz ama sen gelmezsen olmaz, kar yalnız yağar, yanlış yağar.

. . .

Kış,
Hoşgeldin.
Hadi, sarıl! Üşüyorum.


Hikaye: –sokur-

mirfanK’11

5 Aralık 2011 Pazartesi

Kuşaktan Kuşağa: Dedemin İnsanları

dedemin insanları

Giriş: Film hakkında bilgi içerir.

“Neden?” sorusunun gizemiyle başladı Dedemin İnsanları
Aslında aynı düşünce yüküyle kendi hayatımı sorgularken Çağan Irmak’ın fimlerinde bunu yapmamam gerektiğini “tekerlemeler” kısmında attığım kahkaha ile anladım.

Ege kültürü ve o zamanın adetleri çok iyi çalışılmış bence. Öyle ki o zamanlarda konuşulan ağız dâhi mükemmel.

Öte yandan o dönemin çocukları için “karne” ve “yaz tatili” kavramlarının ne demek olduğu filmin başında da belirtilen –yaşanmışlığı- inceden inceye sunuyor izleyiciye. O dönemde yapılan esnaflık, dükkanın kilitlenmemesi, sandalyenin kapıya ters bırakılıp rahatlıkla uzaklara gidilmesi o zamanın esnaflığının ne kadar harikulade olduğunu ve ne yazık ki o zamanlarda kaldığını gözümüze sokuyor.

Çetin Tekindor çocukluğunu anlatırken Ozan’ın (Durukan Çelikkaya) kaçamak bakışları, o kuşağın yaşadıklarını anlamaya çalıştığını yansıttı. Çetin Tekindor’un (Mehmet) o topraklara duyduğu özlemi, aile fotoğraflarını, evini anlatırken büründüğü hava beni oldukça etkiledi. Çocukluk evinin ilerisinde bulunan tavernayı anlatırken alttan Mabel Matiz - Morinin Meyhanesi veya Hercai Menekşe çalabilirdi. Çünkü göç sırasında öz kardeşini kaybeden Mehmet ve evlat acısı yaşayan ailenin hastalığın yayılmaması için ölen Mustafa’yı ege’ye bırakmaları bana “Şimdi yakanızda bir hercai menekşe olsam / rakınızın beyazında şöyle bir kaybolsam / dökülür mü ciğerinizden o denizin taşları / üzülüp yaşarırken siz ben sararıp solsam.” nakaratını söyletti.

Mehmet Dede ağzı mantarlı şişeler içinde evinde yaşayanlara mektuplar gönderdi “bi’ umut”. Ozan’a da sevdirdi bunu.

Radyo Voyage’da dinleyip hayran kaldığım ve Haziran 2011’de ilk kitabım olan Dünaydın Sevgilim’in imza gününde arka fonda çaldığım Cyrstal Gayle - Somebody Loves You adlı muhteşem eseri filmde dinlemek gözlerimi doldurdu.

Hümeyra (Peruzat) rolü ile yine ayakta alkışlattı kendini. Devletin o yılları için Çetin Tekindor’un (Mehmet) “timsah gibi kendi yavrularımızı yediriyor” yorumu nokta atışı oldu. O yıllarda çekilen acıların, sorguya giden birisinin geri dönmesinin ne kadar zor olduğunun bu denli iyi anlatılacağını ummazdım. İyi anlamda yanıldım.

Kâh sevinçten bağrımıza bastığımız kâh nefretle boğmak istediğimiz Ozan (Durukan Çelikkaya) iki kuşağın arasında kalan bir çocuğun yaşantısını anlattı. Ailesi tarafından her istediği yerine getirilen, sürekli el üstünde tutulan, dede tarafından öldüğü kardeşine benzetildiği için daha da fazla sevilen Ozan boş konuşmasıyla, patavatsızlığıyla bazen saç baş yoldurdu. Ama ne denmişti:

“Kimse kimsenin yerine ölmez, bilakis doğar.”

Dedemin İnsanları’nda –umut- bazen bir çocuğun iki dudağının arasında, bazen kayaya vurduğu bir şişenin içinde bitiyor.

Ozan’ın kendi kuşağında kalması için Dede’nin arkadaşlarını toplaması, önlerine sunulan ege kahvaltısı benim dikkatimi çeken başka bir nokta.

Diğer bir nokta ise kefenini almaya gelen o teyze. O zamanlarda insanların çoğunlukla meyhane çıkışında veya trafik kazasında değil de kendi ecelleri ile öldüklerini varsaymak mümkün. İnsanlar ölümün yaklaştığını hissettiğinde kimseye muhtaç olmamak adına kendi ölüm bohçalarını kendileri alıyormuş. Yine tam hüzünleneceğimiz sırada Ozan’ın çırak arkadaşına “Bu pamukla ne yapılıyor biliyor musun?” diye sorması tüm o kasvetli havayı dağıttı.

Çağan Irmak 1923 mübadelesini ve 80 darbesini en saf, en gerçekçi haliyle anlatıyor bu filminde. Darbe sonrası her yere üşüşen fırsatçı yöneticilere de taşını atmadan geçmiyor tabii. 

“Onlar bizim insanımız..”

Günümüz için sürekli tekrarlanması gereken bir şey.
Evet, iyi insanlarla doluydu bir zamanlar bu topraklar. Ama çoğu “güzel atlarına binip gittiler.”

Mehmet Dede’de şerefle yaşamanın ne demek olduğunu anlattı. Eskilerin iftirayı bile kaldıramadığını iliştirdi beynimize. “Ülken senin ailen..” dedi ama kendisi ülkesini bırakıp kardeşinin yanına, Ege’ye gitti.

Ozan büyüdü, dedesinin büyüdüğü eve gitti, fotoğrafları aldı eline ve aynı yöntemle mektup gönderdi Ege’ye. Türk – Yunan dostluğunu iliklerime kadar hissettim ve bu filmin Yunanistan’da da gösterime girmesini deli gibi istedim.

Velhasıl düştüğüm yerden kaldırdı beni Çağan Irmak.
Ve Ouzo mutlaka bu filmin üzerine içilmeli! Gidin, bulun ve için!

İçi buram buram ege kokan bu duygu balonuna tam tepemdeyken iğneyi batıran Çağan Irmak’a sonsuz teşekkürler.


Artı ve eksilerimle.


mirfanK’11

30 Kasım 2011 Çarşamba

Işıklı


eskinin gözleri,
başkasının feneriymiş meğer.
açlıktan ağzı kokan sinek misali
ışığa aldanmışız / yanmışız.

kahveye çalan gözler
ömürden çalmış meğer.
eskiyen yalnızca bakışlar değil
zuladaki sevdalıkmış / sevdiysen eğer.


fotoğraf: Murathan Özbek

mirfanK'11

28 Kasım 2011 Pazartesi

Yerden Gizli

engel

yerden gizli,
düşlerden habersiz taşıyamam seni.
uzağımda damlasan da,
hepi topu bir yudum olsan da,
uzanamam / dokunamam.


mirfanK’11

27 Kasım 2011 Pazar

Mutsuzken Konuşma


26.11.2011 - Cumartesi
00:13 / -22'C / Erzurum.



Nefes alınca burun deliklerim birbirine yapışıyor, korkuyorum donmaktan. Ayaz gözlerimi yakıyor, kıstım gözlerimi etrafı izliyorum. Sokak lambalarının altından geçtiğimde gözlerimde kristallenen turuncu ışıkları yine yokluğunla atıyorum. Şimdi iplerin bende gibi, gözlerimden akan seni biraz daha hızlı yürüyerek dondurabilirim. Tahminen gamzelerimin altında bir yerde donup kalırsın, hadi yine iyisin, seversin gamzelerimi.

Aslında daha güzeli ne biliyor musun? Sıcak bir yere girdiğimde yanaklarımdan boynuma süzüleceksin, sonra tenimde kaybolacaksın. Bunu hayal ederken titriyor sesim. Bu normal mi?

Gördüğüm her kuş için bir şiir okuyorum,  içimden onlar için uçmak geliyor fakat yapamıyorum. Onları omuzuna konan kelebeğe benzetiyorum, sözün özü seni yaşatmak istiyorum. Kelebek kanatlarını çırpıp uçtuğunda omzuna konan tozlar için bir bahçe yaptım okulun orada, çiçeklere bakıyorum, kelebeği bekliyorum, seni seviyorum, bakma aslında bunlar da rutine bindi.

İçime kök saldı bu ayaksız halin. Hiç gitmeyecekmiş gibi çiçekler açtın, onlarla konuştun, güneşe çevirdin. Eh, bunlar karşılığında da tarifsiz bir şekilde sevildin. Biliyorum, çok kıskandı yüreğimin ortasında açan çiçekler, kıskansınlar, sevildin.

Bu kadar çok sevilmen sana ayak oldu, sana gidiş oldu bilirim,
İçimde adına estirdiğim her rüzgar gözünü dışarı taşıdı,
Git,
Ben yine kök salmamış her periyi sen sanacağım, her kelebeği yüreğine saracağım.

Git..


Çizim: jhd


mirfanK'11

4 Kasım 2011 Cuma

Kasım'da Aşk Budur!


"Öğretmen mum gibidir, erir fakat aydınlatır."


Vatana, millete faydalı birey tanımına en çok bu kutsal meslek yakışıyor,
Lapa lapa kar altında inci gibi dizilen öğrencilerin gözlerindeki ışığın bütününü taşıyor öğretmen, dalgalanan ay-yıldızın altında.

Yeri geliyor göçük altında kalıyor,
Yeri geliyor şehit ediliyor, kanıyla renk katıyor bayrağa.
Yeri geliyor sobadan sızan gaz ile göçüp gidiyor öğretmen.

Çorabımızda sigara saklayıp kandırmaya çalıştığımız öğretmen buğulu pencereden bizi izlerken anamız babamız gibi kahroluyor.

İlkokul sıralarında yazmayı öğrenmek için çizdiğimiz çizgileri şimdilerde doğru ve yanlışı ayırmakta kullanıyoruz.

Şimdi tüm bu fedâkarlıklara bir ücret biçip yılın sadece bir günü kutlamaya çalışıyoruz.
Bütün maddiyatlar yoksul kalıyor öğretmenimin yanında,
Yılın her günü "kutlu olsun öğretmenim" deyip kapansam eline sönük kalıyor bu emeklerin gölgesinde.

Peki gelecekte sandığımız şey ya geçmişteyse?

Öğretmenler!
Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.

Kemal Atatürk.



mirfanK'11

26 Ekim 2011 Çarşamba

Ne Yapmalı? - 2






26.10.2011 itibari ile;

Birçok kurum ve kuruluş Van ile ilgili olağanüstü yardım gerçekleştirdi. Gerek kargo şirketleri, gerek ilaç firmaları gerekse havayolu şirketleri -Onurair hariç- büyük özveri ile çalıştı / çalışıyor. Bankalar kredi ve kredi kartı ödemelerini yaklaşık 3 ay öteledi. GSM operatörlerinin bölgede ücretsiz telefon görüşmesi sağlamak için çalışma yaptıkları söylendi. Tüm ankesörlü telefonların ücretsiz kullanılabildiği açıklandı.

Yaptığı yardımları açıklamayan ama büyük yardımlar yaptığına inandığımız kurum ve kuruluşlar da var.

Sözü uzatmadan bundan sonrası için ne yapabiliriz;

Önümüzdeki 5 günün hava tahmin raporu maalesef Van'ın çok soğuk olacağını gösteriyor. Bölgeden gelen haberler doğrultusunda acil olarak Çadır, Kışlık bebek giysisi, Isıtıcı ve prefabrik yapılara ihtiyaç vardır. Konu ile ilgili rahatsız edip yardım talep edebileceğimiz kuruluşlar:

Politen Branda - İletişim: 0 (212) 474 73 39 / GSM: 0 532 796 38 58
Efes Çadır - İletişim: 0 (232) 479 05 25 | 479 09 48 | 479 06 53
UFO - İletişim: 0 (212) 886 30 00
Yuva Prefabrik - İletişim: 0 (232) 251 70 50 
Bebek Market - İletişim:  (0212) 270 79 80 - 283 98 17 - (0530) 667 64 60
Milupa - İletişim: 0 212 385 26 00
Hipp Mama - İletişim: +90 (216) 428 30 40-41-42-43

*Van İçin Rock etkinliğine gitmeseniz bile tüm gelirleri Van'a bağışlanacağı için bilet alabilirsiniz.
*#EvimEvindirVan! etiketiyle twitter'da büyük yankı bulan kampanyanın artık bir web adresi var. Özellikle çevre illerin katılımı bekleniyor.
*En önemli detaylardan birisi de mükerrer paylaşımlardan kaçınmak. Enkaz altında bulunan birisi için aynı anda yüzlerce kişi tarafından telefon ve tweet alınıyor.
*Kızılay web sayfası aracılığı ile 55 TL karşılığında gıda paketi hazırlıyor.
*2868'e boş mesaj göndererek Kızılay'a / 2930'a AKUT yazarak Akut'a yardımda bulunabilirsiniz.
*AKUT, Kızılay ve bölgedeki diğer kuruluşları bilgi almak amaçlı aramak yerine sosyal medyayı takip etmekte fayda var. Zaten yardım talepleri ile telefon hatları oldukça yoğun.
*Chicago'da yaşayan Türkler yardım topluyorlar.
*Tekrarlamakta fayda var; bağışlarınızı öncelikli olarak lütfen Kızılay ve Akut'a yapın.
*İl ve İlçelerde bulunan Kızılay Şubeleri için bağlantıyı kullanabilirsiniz.
*Yardım toplama noktaları ve daha fazlası için Yalnız Değilsin Van!
*‎''Van'da Kürtçe bilen psikolog veya psikoloji öğrencisine ihtiyaç duyulmaktadır. Post-travmatik stres bozukluğu yaşayanlar arasında Türkçe bilmeyen çok sayıda yurttaş bulunmaktadır. İletişim için: 0532 409 70 80 / 0505 605 93 18 / 0535 319 21 68 / 0532 231 09 23''

Eklememi istediğiniz her şeyi alt taraftaki bölüme yorum olarak yazabilirsiniz.
Allah hepimizin yardımcısı olsun.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Ne Yapmalı?


23 Ekim 2011 Pazar günü 7.2 şiddetiyle sarsılan Van için neler yapabiliriz ufak bir yazıyla anlatmak istiyorum.


  • Mevsim gereği bölgede hava sıcaklığı oldukça düşük. Özellikle geceleri 0'a yakın, hissedilen -'leri bulabiliyor. Bu yüzden kışlık yardımlara öncelik tanınması önemli. 
  • MNG ve PTT Kargo'dan sonra Yurtiçi Kargo'da resmi twitter hesabından yaptığı açıklamayla bölgeye ücretsiz taşıma yapacağını açıkladı. MNG ve PTT Kargo ücretsiz gönderileri sadece "Kızılay'a" yapıyor, en doğrusunu yapıyor. Kızılay öncelikli yardım yapılması en doğru olanı.
  • Genel İhtiyaç Listesi: Çadır / Kışlık giysiler - özellikle bebek giysileri / Mama / Bebek Bezi / Battaniye / 
  • Sosyal paylaşım sitelerinde bazı hesap numaraları ve bu hesap numaralarının PKK'ya destek veren derneklere ait olduğu yönünde söylentiler var. Bu yüzden yapılacak para yardımlarının kişisel hesaplara yapılmamasına özen gösterilmesi gerekiyor.
  • Çevre illerden ve komşu ülkelerden profesyonel yardım ekipleri bölgeye ulaştı / ulaşıyor. O yüzden profesyonel bir kriz eğitimi almamış iseniz bölgeye gitmenizin faydadan çok zararı var. "Bir taşı yerinden kaldırsam kârdır." mantığı şu an için doğru bir mantık değil. Yol ve ihtiyaç giderlerini bağış yapmak daha mantıklı. TSK iki tabur asker ile bölgede çalışmalarını aralıksız sürdürdüğünü açıkladı.
  • Büyük marketlerin bölgedeki afet merkezi ile irtibata geçtiği ve kamyonları ile kritik durumda bulunan köylere yardım hazırlığına girdiğini duydum. En azından Erzurum için. Diğer iller de böyle girişimler yapmalı, Afet Merkezi'nden alınan bilgiler doğrultusunda yardımlar taşınmalı.
  • Kızılay web sayfası aracılığı ile 55 TL karşılığında gıda paketi hazırlıyor.
  • 2868'e boş mesaj göndererek Kızılay'a / 2930'a AKUT yazarak Akut'a yardımda bulunabilirsiniz.
  • Google Kişi Bulucu hizmeti ile bölge için büyük kolaylık sağlıyor.
  • Facebook, Twitter, Friendfeed gibi sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan telefon numaralarını gereksiz yere meşgul etmemekte fayda var. Bölge baz istasyonlarının zarar görmesi sebebi ile fazlasıyla şebeke sorunu yaşıyor. Arayıp "iyi misiniz?" demek yerine hatları meşgul etmemek daha büyük fedakarlıktır.
  • Bulunduğunuz yerden Kızılay'a kan grubu ayırmaksızın kan bağışı yapabilirsiniz.
  • Yine sosyal paylaşım sitelerinde yakınmak yerine "enkazdan çıkarılanların isimlerini" paylaşmak herkese moral olacaktır.
  • Hemen hemen tüm büyük belediyeler yardım için organizasyonlar yapmakta. Yardımlar belediyelere de ulaştırılabilir.
  • Bulunduğunuz şehir otogarlarından Van otobüs firmalarına yardımlarınızı ulaştırabilirsiniz.
    Firmalar: Best Van / Van Gölü / Yeni Van / Van Erciş Sema / Öz Erciş
  • İstanbul Valiliği Evim Evindir Van! Projesi için telefon numaraları: 0 212 455 56 75 /  0 212 455 56 84
  • Twitter'da #EvimEvindirVan etiketi ile evinizi açabilir, projeye dahil olabilirsiniz. Böylelikle insanların size ulaşması nispeten daha kolay olacaktır.
  • Bağışlarınızı lütfen Kızılay ve Akut'a yapın.
  • Mühim olan koordinasyonu sağlayabilmek, bilinçsiz atılan her adım tehlikeli olabilir. Lütfen bilinçsiz hamlelerden ve bağışlardan kaçınalım.

Eklememi istediğiniz her şeyi yorum olarak yazabilirsiniz.

Allah hepimizin yardımcısı olsun.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Bir Zamanlar Anadolu’da

bir zamanlar anadolu'da.
“Anadolu’nun herhangi bir yerinde soluk aldıysanız eğer bu film sizin için tebessüm ediyor olmalı.”


İş sonrası çay bardağı ile içilen rakının tadından bozkırları kaplayan otların rüzgarla söyledikleri türküye kadar birçok şey Nuri Bilge Ceylan tarafından Bir Zamanlar Anadolu'da filmiyle hasretle sarılmamız için bize sunuluyor.

Gözleriniz dolduğunda, aynı sahnenin tebessümü yüzünüze oturmakta gecikmiyor.

Üç Maymun’dan tanıdığım Ercan Kesal’ı mükemmel “Muhtar” rolü ile izlemekten inanılmaz keyif aldım. Rolüne bağlılığı ve inanılmaz oyunculuğu ile bende gerçekten “oralardan bulunmuş bir muhtar” izlenimi bıraktı. Kaldı ki bu sayede Nuri Bilge Ceylan “Halktan kopuk” yönetmen yaftasından da bir kez daha ustaca sıyrılmıştır.

Yılmaz Erdoğan’ın oyunculuğu bence budur. Filmin kadrosunu ilk okuduğumda çoğu insan gibi “Acaba NBC filminde Yılmaz Erdoğan nasıl durur?” diye düşünmeden edemedim. Fakat filmin hemen başında bu düşüncemin yersiz olduğunu Yılmaz Erdoğan bizzat kanıtladı.

Şaşıfelek Çıkmazı’nda bize sihirbazlık yapan Kubilay Tunçer’in otopsi yapan bir hastane görevlisiyken burnundan sigara çıkarma numarası ağzımı açık bıraktı.

“Elma daldan düşüyor, yuvarlanıyor, sonra dere yatağında duruyor.” Kendini filmle bütünleştiremeyenlerin, her şeyin sonunda %100’lük bir mesaj bekleyen insanın hiçbir şey anlamayacağı sahne. Sayın Uluç’ta bunlardan biri. Sonunda bir şey olmuyor diye yakınmış. Mesela cesede çarpmalıymış elma. Av Mevsimi’nden benzetme yapmış hatta, komik. Filmi izlemeden önce Nuri Bilge Ceylan'ın birçok yerde Recep İvedik -3'te "Üç Maymun" filmine gönderme yapan Şahan Gökbakar'a cevap verdiği söylendi. Nuri Bilge Ceylan'ın Recep İvedik -3'ü izlediğine dahi inanmadığım için üzerinde fazla durmadım. O yüzden maktülü Recep İvedik'e benzetenlere şaşırıyorum, yanılmıyorsam kendisi de Rİ-3'ü BZA'yı tamamladıktan sonra izlediği yönünde bir açıklama yaptı.

Bir ağabeyin kardeşi için yaptığı fedakarlık, bir savcı’nın yıllara verdiği ağır hesap, bir köpeğin insanları kıskandıran sadakati, bir polis’in Anadolu kokan şivesi ile çalışmak için yaşadığı çaresizliği, bir doktor’un akıl almaz sessizliğini, film boyunca Anadolu’ya ait olmayan bir adamken filmin sonunda Anadolu’nun ta kendisi olduğunu göstermesini, gün ışırken köy ekmeğine sürülen karakovan balının tadını, saatler süren yolculukta bir bozkırın kenarında duran çeşmeden içilen suyun tadını hissediyorsunuz.

Bu başyapıt sizi 157 dakikalığına farklı bir dünyaya taşıyor ve o dünyada “Bozkır yükü taşıyan, Anadolu’da toprağa dokunan” bir hikayeye konuk ediyor.

Filmin müziklerini gökgürültüleri ve bozkır yolculuğunda arabanın radyosunda çalan türkü oluşturuyor. Bu yüzden izlediğim en iyi Türk filmi. Kesinlikle çok daha iyi yerlere gelmeli.

Bir Zamanlar Anadolu’da yaşadıysanız eğer,
Bir Zamanlar Anadolu'da sizi gözünüzden yakıyor ve

“Diri diri gömüyor..”

mirfanK’11

25 Eylül 2011 Pazar

Aldatıldık Ey Haklım! Unutma Bizi!

aldatildik ey halkimBugün ferman günü...
Kralı ortalıkta gören yok. İnzivaya çekilmiş, ağlayan bir peri kızına nasihat ederken görmüşler en son. Kral çok sinirlenmiş, olayın dillenmesinden çok korkuyor.
Yakılan şövalyenin kardeşi var ya Edwart, o anlattı. Bana yalan söylüyor gibi geldi.

Donanmanın son yaptığı çıkartmada bir adayı ele geçirmişler dostum. Sanata ışık tutacak çok şirin simgeler varmış. Ne dersin? Parlarım oraya yerleşince.

Haa hani şu Kralın odacısı var ya, günlüğünü el altından beş altına satan? Onun evinde de Kralın sevdiği bir kıza ait mektup bulmuşlar. Ama ben inanmadım. Sözde Kral mektepte ders verirken bir öğrencisi âşık olmuş, o da merhamet etmiş ama kız sağda solda "Kral benimle evlenecek, boşuna güvenmeyin ona" deyince diri diri gömmüşler çöle. Bu kral pek zalim çıktı, halk yakında ayaklanır Zaidecdemişti dersin. Bu adam duygusuzluğun Kralı olmalıymış.

Pehh..

"Haşmetli Kralımız Ivan halkına bizzat seslenecek, herkes öğle vaktinde -Kale- önünde olacak! Duyanlar herkese duyurmakla yükümlüdür. Haşmetli Kralımız Ivan..."

"... Çabuk hazırlan abla, O'nu daha yakından görmek istiyorum.
Dona benimle gitmek zorunda değilsin! Git gör Kralını ...
"

Yankılanıyor yüksek rakımlı bir kentin dağlarında ferman sesi.
Herkes Kralın bizzat katılacağı fermanı merak etmektedir.
Kafalar karışık, aşk olgusu yerleşeli çok olmuş, insanlar çoktan başka nefisler peşinde...
Daha yeni yeni her kafadan bir ses çıkıyor. Daha deyimleştirilmemiş.

Kralın aynı makamı paylaştığı askerleri pek ileri görüşlü…

"Kral tek tek alay etti hepsinin çıkarcı duygularıyla, bu ferman halkın beklediği stratejik fermanlardan değil. O haddi olmadan sahiplenmeye çalışanlar varya Kralı? Asıl mevzuu bu. Ben dahi yılların veziri olarak onun tek yakınının azrail olduğunun farkındayım. Çığır açacak bu ferman, onu masmavi bir mürekkeple yazmış. Sabahtan beri kimseyle konuşmuyor, sesini koruyor büyük ihtimalle..."

Halk karışık.
Vezir dahi sessiz...
Herkes fetih planlarında
Veya az vergi alınsın telaşında

Kral
Kralcı
Aşk...


-Kale- önünde toplanmış yüzlere baktı.
Elinde itina ile katladığı fermanı, yanında sevenleri, ön sırada da onu en çok sevenler vardı.

Bir süs furyasına kapılmış halkın on yedilikleri...

Kral güneşi arkasına aldı:

"Halkım!

Geriye doğru saydığımda kimse bildiğini okumayacak artık.Başına buyruk olanların hali ortada, bense sizin bu vahim duruma düşmenizden ötürü perişanım.


Son - ki - üç - Aldatıyoruz!"


O tarihe şerefsiz harflerle yazıldı belki.
Ama bir çığır açtığı kesin. Bir bütün olarak sevip bunları parça parça insanlarda toplayıp farkına varanların da parça parça olmasına sebep olanların idolü o şimdilerde...

Ivan'ın bu üç satırlık fermanına yıllarını sığdıranlar unutulmama kaygısıyla böyle bir şey yaptığını savundular. O günümüzün havasını solusaydı fermanı şüphesiz ki
"Aldatıldık ey halkım! Unutma bizi..." olurdu.

"Yeni Mesaj Yaz- `Seni seviyorum` - Gönder - Çok kişiye gönder - Ayşe, Fatma, Oya (ve daha niceleri) - İletildi...

"Yeni Mesaj(lar) Alındı - Ayşe: Bende seni seviyorum, Fatma: Seni çok seviyorum,Oya: Seni sevyrm"

Biz Ivan'ın torunlarıyız!
O haşmetli Kralın.
Unutmayın bizi.


mirfanK’08

14 Eylül 2011 Çarşamba

İstanbul’u Gördüm

istanbulu gördüm
Unutmadan,
İstanbul'u gördüm gitmeden
Yedi Tepesi'ni de gördüm
Sevmeden yaşar mı insan?
Sen de sevmiştin burada biliyorum.

İstanbul'u gördüm,
Boğazda çırpınan kahpelikleriyle
Kız kulesine yüzen çarpık aşklarıyla
Sahilde el ele dolaşan aşıklarıyla.

İstanbul'u gördüm,
Yalısında sefasıyla
Gökyüzünde cefasıyla.

İstanbul'u gördüm
Bir Cami'de sela sesiyle uğurladı beni.
Gururlandım / şad oldum.
Birileri dinlerken İstanbul'u
Ben
Gökyüzünde
Kayboldum.

mirfanK’09

11 Eylül 2011 Pazar

Sen misin Yağan?

sen misin yağanSuratımın en sevdiğin tarafı
En sevdiğin kentin
En sevdiğin sularında giden
Bir vapurun camına yapışık.
Aklımda sen
Hayallerimde sen
Belki yağan da sensin.

Gözümden bir yaş yüzdürdüm cama doğru
Bir yağmur damlasıyla birleşip denize karıştı
Akdeniz kucakladı bizi
Sen yağdın sandım
Alabora oldu düşlerim
Seni aradı
Kayıp ellerim.


mirfanK'10

7 Eylül 2011 Çarşamba

Seni Sana Anlatmak

seni sana anlatmak
Zor şey seni sana anlatmak
Aynaya bakmanı sağlamak gibi.



Senin bilmediğin şeyleri anlatıyorum
Şaşırıyorsun,
“Bu mu sevgin diyorsun” haliyle.
Oysa özünü anlatıyorum senin.

Sendeki akrepten, yelkovandan bahsediyorum.
Yalvarıyorum heba etme kendini başka ömürlerde
Bir daha gelmeyeceğiz ki bu dünyaya.
 
Bırak ellerim kölen olsun,  
Döndürsün dünyayı etrafında.
Güneşsin sen, biliyorsun

Bırak
Döndüreyim dünyayı etrafında

Bırak
Yaşasın insanlar  
Günleri, ayları hatta yılları yaşasınlar!

Bırak
Allah'ından bulsun bizim olmayanlar!

Bırak Aşığım Bak.

mirfanK'11

5 Eylül 2011 Pazartesi

Karton Külleri

Bazen
Vazgeçilmiş düşlerin en uğrak limanıdır
Karton külleri.

Yine de gidenlere en çok burada ağlanır.
Bu yüzden
Kabarıktır bu limanın
En güzel yerleri.

Çırılçıplak düşler uğrar bazen.
Çizikler içerisindeki bedenleri,
Karlar altında üşümüş elleri ile
En masum sevgililer gelir.

Seni gözlüyorlar şimdi bir fenerden.
Batmış bir geminin enkazında arıyor seni ellerim.
Bir umut ya
Belki çıkarsın bir kayanın dibinden
Seslenirsin
Belki

Küllenmiş kalbim
Belki gözyaşlarınla kabarır
Tekrar
Kim bilir
Belki...

mirfanK'10
[Ankara]

4 Eylül 2011 Pazar

Hayaline Mektuplar - I

Sevgilim;

Deyip başlamak ne kadar güzel olurdu diye düşündüm uzun uzun. Hayaline yazıyorum, bunu hayal dahi edemiyorum. Hayalin okusa bunu, bunu düşünemem, şahit olamam, dayanmam. Neyleyim ki insanlar kurduğu hayallerin yüzde yetmişinin gölgesinde otururken ben enkazlarında "Sevgilim" diyebileceğim -seni- arıyorum. Bu düşüncelerle uzayıp gidiyor mektubum. Kalemimle kağıdı dövüyorum, bu ses beni kahrediyor oda arkadaşıma da ninni gibi gelip uyutuyor. Kelimeler yetmiyor diye yakınırlardı çok görürdüm. Neyi çok gördüysem başıma çıktı; bunu da çok söylerlerdi ben yine çok görürdüm.

Çok gördüm...

...


Zifiri Karanlığım;

Günahların bedenime işleyişini fazlasıyla hissettiğim bir anda geldi çattı "Bayram". İçim fazla buruk, fazla kimsesizim. Sessizliğim bu yüzden belki ama kapanmadım içime. Odanın tüm ışıklarını kapattım, seni anımsattı bir ağaç dalının gölgesi. Karşıma aldım seni biraz bahsettim durumumdan. Kötü olmanı hiç istemem bilirsin, bu yüzden anlatmadım fazla ahvalimi. Yatağımın üzerinde bağdaş kurup öylece düşündüm. İşlediğim günahların acısı mı çıkıyor bedenimden diye; oysa ki günahın büyüğüyse seni sevmek gibi sevgi ölçütleri kullanır insanlar. Bir dumanda yitip gidiyorum bu gün. Kanımı donduruyor soğuk, iliklerime kadar işlemişsin diyorum inanmıyorsun. Bir kenara not etmişim bazı şeyleri. Yanımda not defterim açıp bakıyorum çok yol kat etmişim sende. Tanımaya başlamışsın beni diyorum kendi kendime. Ama bir de dönüp geçmişime "Bu seviyeye gelebilmek için" vazgeçtiklerime, kaybettiklerime ve kazandıklarıma bakıyorum. Kaybettiklerimi ve vazgeçtiklerimi bir kefeye koyarım tek celsede, öyle yapıyorum. Bu gece milad benim için. Başlatıyorum çok şeyi. Kazandığım "temizlik" olgusunun yanında kaybettiklerim ve vazgeçtiklerim "hiç" kalıyor. Yüreğimi senle doldurdum, ter temiz ve yumuşacık. Kirlilerimden kurtuldum ve ellerimi açtım Yaradan'a; "Hayatım bu temizlikten ibaret olsun!" diye. Her şeyi gören, bilen, yaratan, düzenleyen o ya; kimin neyi yaşaması gerektiğini de "O" bilir, kimin neyi hak ettiğini de... Şimdi yüzüm bir gülüşüne hasret, karşımda sana hazırladıklarım. Belki asla ulaşmayacak sana, belki de bir gün "Yeter artık" diyeceksin benim hakkımda ve ileride bir gün beni anımsatan bir olay yaşadığında "küçük bir tebessüm" edip geçeceksin. İhtimal bu ya, sokak adı bile olsa ihtimal; elbet bir numarası vardır. Aynaya bakmayalı uzun zaman oldu, bardaktan yüzümün yansımasını seyrediyorum. Sakallarım yüzümü saklamış, yüreğim gözlerimden okunuyor ama. Senden bahsediyorum ya kendi kendime ışıl ışıl olmuş gözlerim. Kağıt kalem çok uzak kalmış bana o yüzden düştü çenem kusura bakma. Bir başlangıcın arefesinde döküldü ilk kelimelerim ve kimsesiz bir bayramda devam ediyor... Beni düşünüp bekleyenler arasında mısın bilmiyorum ama can fazla yok gözümde bugün. Nedenini bilmiyorum ama kötü uyandım, çok uyudum. Çok uyumayı sevmem aslında. Bir gün öncesinde rüyamı süsledin, bugün gelmedin ondandır belki kötülüğüm.Yüreğime şefkatten uzaklaşıyorum, saçlarıma giden ellerim artık mutlu değil. Can çekişiyorum, yaşadığım yerden veya yaşadıklarımdan değil ama. Bu mektubu okuyamayacağın için, diğer sayfaya geçerken parmağını dudağına götüremeyeceğin ve her harfimde sana olan aşkımı göremeyeceğin için can çekişiyorum.

Sustur bütün gerekli gereksiz her şeyi, yitik şarkımız çalsın
Her mısrasında dolsun gözlerim,
Ben ağladıkça bir annemi

Bir de seni
Özlerim.
Özledim.

Kağıdın sonu gelince susuyor mektubum, yüreğimin sesini kısmaya cesaret edemedim heünz ve ne kadar deli olsam da böyle bir delilik yapmayacağım.

Resmi bitiriyorum mektubumu.

İyi dileklerimle, Sevgiyle kal.
Seni seviyorum.

P.S: Elektronik ortamda eklenen fotoğraf; mektup serisinin özünü oluşturmaktadır, Murathan Özbek'e teşekkürü büyük bir borç bilirim.

mirfanK'09 ´CZ´[Dünaydın Sevgilim - Bir Umut, Bir Işık]

Aynı Telden

Bulut

Var ya yokluğun,
Sefalet gibi,
Daha çok
Bir öksüzün feryadı gibi.

|||

İyi ol dediğinde
Hala salağı oynayabiliyorsam
Seni hala nefesim kadar çok seviyorum demektir.

Bağışla bir mektup yazamadım sana
Titredi ellerim,
Rezil oldu paha biçilemez sevdam
Ucuz kağıt parçalarında.

Yatağımda kalbin atsa bir gün,
Onun şiddetine uyansam,
Yastığımdaki kokunla avuturum kendimi,

40 yıl,
40 gece.

Ve

Beni böyle perişan eden;
Yokluğunun varlığıyla,
Varlığımın yokluğu.


mirfanK’09

2 Eylül 2011 Cuma

Musluktan Aşk


Aşkından bir damla damlat ki yüreğime


Yeşillikler içerisinde büyüsün
İçimde yaşayan çocuk.


Adım geçtiğinde kaç kez nefesini içine çekiyorsun kim bilir.
Gündüzler kısalıyor, uzuyor geceler bilmiyorsun.
Sen bir dilek tutuyorsun parlayan yıldızlar kaydığında, ben nöbetini tutuyorum o gecelerin.
Bir gecesi vardır her insanın hayatında
Her gece başını yastığa dayadığında
Sabaha kadar başında beklediği
"Bir gecesi" vardır her insanın.

...

İçinde yellerin estiği bir dağ evinin
Gölgesinde kalan fidanım belki
Belki yüzyıllardır akan suyun
Geçmediği tek yolum.
Camdan tavanı olan
Bir "düş" eviyim sensiz.
Seyredince yıldızları
Saçıyla oynuyorum içimdeki çocuğun,
Uyutuyorum
Büyütüyorum.
Ama
Görünce seni suyum, yolum, gölgem, evim
Yeşilmiş gibi davranıyor içim,
Büyüyormuş gibi yapıyor
İçimde
Yaşayan
Yaşlanan
Çocuk.

mirfanK'10

1 Eylül 2011 Perşembe

İki Kol Arasındaki Boşluk

Diri

Zamanı geldiğinde
En büyük zamanları toprağa gömebilmekmiş
Hasretin / Yokluğun

Canının yarısı koparılmış, başka bir yere götürülmüş ve tek damla kanın akmıyor. Öyle düşün. Ama "hiç özlemedim seni / özlemek dostluktandır." İçimde bitmek tükenmek bilmeyen bir sen, sermayem avuçlarımda kalan kokun. Biter diye cebimde saklıyorum. Farkındayım aslında bir gün karşılaşmak için yaratılan bir duygu bu, sana olan hislerimin sivilcesi gibi. Ama dokunmuyorum. İlacı zaman değil, biliyorum -sensin-

Velhasıl;

Müptela olmuş kalbime
Bir kramp gibi yokluğun
Önceleri
Merdaneye girmiş bir acı idim
Çıkınca
Aşk oldum.

Aşık

mirfanK'10

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Yokluğun

Aşk

Yokluğun, yaşananları getiriyor gözümün önüne
Sanki hepsi bir rüyaymış gibi.
Çöpü kalmış bir tatlının dibine bakan
İki aşığı anımsatıyor yokluğun.

Külsüz bir sigaranın
Son nefesi gibi değerli seni düşünmek.
Ölüm korkusu gibi yokluğun,
Ne kadar kaçsam da bir gün yaşayacağım.

Gözlerime oturan bir ağırlık yokluğun
Dayanamıyorum.

Ruhum sıkılıyordu,
Şimdi bulamıyorum kendimi,
Kalemimle kağıdı
Denk getiremediğim gibi.

Sarhoşluğum senden kalma
Hala her sarhoş oluşumda
Burnumun ucunda bitiyor hasretin.

Ve şimdi;
Yerini doldurmak isterken ben,
Kıymetini daha çok anlıyorum.

Bir gün duyarsan sesimi
Bu ücra mısralarda
Tebessüm edip
”Sevmiştim
Seni”

Diyeceğim
Emin ol.

mirfanK’10 ~ Dünaydın Sevgilim / Yokluğun.

Tebessüm

tebessğm

Adının kelimeler arasında karıştığı bir gün oturdu yüzüme tebessüm.
Gelişine verdim bu adı
Ağaçlara senin adın
Bebeklere senin adın
Yokluklara
Hasretlere
Olmamışlara
İmkansızlara senin adın...


Biliyorum şu anda "O" uyuyor ama,
Biliyorum şu anda "O" yarı ölü ama...
Ben rüyalarına sevgilerimi gönderiyorum.
Ve biliyorum,
Bir gün tüm uykularını süsleyecek bir isim
Ve onu sonuna kadar çekeceksin ciğerlerine.
O nefes seni çok mutlu kılacak biliyorum.
Belki yanımdayken arifesini yaşıyorsun o mutluluğun
Belki de o mutluluğa bir adım yaklaşıyorum.
Ama o nefesini dışarı vermeye çekineceksin.


Velhasıl;

İçimde körebe oynayan bir çocuk var şimdi.
İki eli de karşıda ve boş ama yüreğiyle seni arıyor.
Birazdan gözyaşlarınla boğulacak.


Bilmeni isterim ki;

İşte bunu bilmek
Beni kahrediyor...

mirfanK'10
[Tebessüm]

28 Ağustos 2011 Pazar

Ne Yüzle?

250

Sorduklarında sende “sevdim” diyeceksin ya,
Ona yanıyorum.

Nefes gibi çekerdim içime kokunu,
Aramızda yollar varken Dünyayı durdurur,
Yanıma alırdım yokluğunu.
Şimdi soracaklar sana
Sen de “Sevdim” diyeceksin ha?

Akşam olurdu da kafamı yastığa koyduğumda
İyilik dilerdim Tanrıdan ama
Önce senin adına.
Şimdi ellerim nasır tutmuş soğukta yürümekten
Ve seni düşünüp o soğuğu hisetmemekten,

Şimdi soracaklar sana
Sen de Sevdim diyeceksin ha?

Sevincinle ağladım da büyüdü o yaseminler
Şimdiki gözyaşlarım fazla tuzlu ve öldürüyor adının geçtiği her canlıyı.
Fakat ben yine de
İçimde sana kıyamayan bir çocuk besliyorum.
Sense metruk gecelerin koynunda
Başını yastığa rahatça koyuyorsun.
Şimdi soracaklar sana;

Sen de Sevdim diyeceksin ha?

Sen kendi ellerinle terkettin
Geçmişi,
Hayallerimizi,
Başlayan geleceğimizi.

Ben de ellerimle kurduğum
Dünyayı başkalarına bağışlıyorum
Ve
Seni aldığım yere bırakıyorum.
Seni ben yaratmadım
Tanrı affetsin.

mirfanK’11

26 Ağustos 2011 Cuma

Karanlık

viyana

Bu gecenin gelişi
Senin yokluğundandır bilirim.
Ay doğdu
Güneşin müsvettesi gibi gökyüzü.


Ömrüm bu balkonda geçti
O yüzden her gece bu balkondayım.
Kazdığım çukurlar orada hala;
İlk salıncağım
Gözyaşlarım
Kalbimin ilk hızı duruyor şu ağacın dibinde.
Az ileride ilk isyanım var.
Ona bakınca yüreğim sızlıyor gibi.
Çocukluğum dolduruyor gecemi iyice.
Ceplerimi yokluyorum
Acaba
Sakız param var mı diye.
Gökyüzüne bakıyorum.
Hiç kıpırdamadan duruyor yıldızım.
Sen bilmezsin ama o yıllardır orada
Adını "sen" koyuyor
Tüm dileklerimi bağlıyorum bacağına.

Kayıp gidersen eğer
Işıklar saçarak

Bil ki;
Onlar gidişinin kutlaması değil,
Bitişimin gözyaşlarıdır.

mirfanK’11

18 Ağustos 2011 Perşembe

Zirve

irfan 159

"... size yazılmış ve üzerinde sevdiğinizin kokusu bulunan bir notu kokusu kaçmasın diye ağzı kilitli bir poşete koymaktır özlem."

~


Derin derin iç çekişlerin karşılığı hala bir soğuk nefes. Sorma, bildiğinden de beter bir halde artık bu kütle. Ama bir tek sana göre "beter".

Ağzı açık insanların hala. Ellerini kalplerine götürüyorlar her adın geçtiğinde. Bazen keşke hiç tanışmasaydık seninle diyorum. Çünkü kiminle kıyaslasam seni hep sen kazanıyorsun.

Rüyaların en mükemmel süsüsün. Sabaha çıkmıyor bir türlü görüntülerin. Karanlık bir odada sürekli banyo halinde düşlerim. Her birini resmediyorum ama unutmamak için değil, bir gün sana verebilmek için.


Yakında, çok yakında üzüm verir ağaçlar dedi annem. Tam bir milyon yıldır bahçeyi izliyorum.


. . .


Bisiklete binen bir çift gecenin tüm korkusunu delerek gezdiler gözümün önünde. Gözümün içine gire gire! Yan yana gelip el ele tutuştular, yıldızların kayboluşunu seyrettim. Sonra yıldızlar fazla yakınlaştılar, sana söyledim. "Söyle haddini bilsin hepsi" dedim. Bir güneşin sesini dinler elbet bu tabiat. Dinlemeli diye düşündüm.

Sonra bir gece elime doğdu bir yavru.
Elimdeyken yedi aylıktı.
Senin adını verdim
Şimdi senmişsin gibi büyütüyorum
Adınla
Aşkınla
Her bakışınla.


mirfanK'11

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Salıncak Çocukları

salıncak çocukları

Sabahın en erken saatiydi “Sevimli Kahramanlar” ve gün gerçekten o kahramanların tebessümüyle geçerdi. Beslenme çantası koşuşturmasıyla geçti okul zamanı ve okulun en güzel yanıydı “kar tatili”. Ayaz kokan havalarda saatlerce süren futbol maçlarıydı bizimkisi, gol atanlar Tsubasa, kaleciler Zubizaretta idi. Fruko ile sonlanırdı ya o maçlar. Herkes on yüz bin milyon baloncuk yutardı terli terli.

Güneş yerini yıldızlara bıraktığında deri kayış çıkardı belden ve hazırlanılırdı koşmaya. Soğuk ve büyük bir taş seçilirdi “kale” için. Cepte sakız parası bile yok, bir taşa tükürülürdü  “yaş-kuru” atılması için ve belirlenirdi kayışı kimin saklayacağı. Apartman balkonları, araba egsozu, logar kapakları, ağaç dalları. Artık ebe olanın inisiyatifine kalmıştı tırmanacağımız yerler. Ebe kayışı saklayıp “kayış kızdı” diye bağırdığında dedektif olup arardık didik didik. Herkes birbirini kollardı kayış yememek için. Ebe’nin “sıcak-soğuk” diye yakınlık belirten yönlendirmeleriyle kan ter içinde koşuştururduk. Hiç olmayacak bir yerden çıkardı ya kayış? Kaleye ters köşede kalırdık ya? Bacaklarımız kızarana kadar koşardık, hem kayış yerdik hem de koşardık. Ebe ağaçtan düşerdi, kayışı sakladığı araba ansızın basıp giderdi. Böyle sarsıntılarla biterdi oyunumuz ama bilirdik gülmeyi.

Erzincan depremiyle sarsıldık bir gün de, sokaklarda kaldık sabahlara kadar ama korkmadık sallanmaktan yine kızdırdık kayışları. Eğer Pazar günü oyun oynanıyorsa fazla uzun tutulmazdı çünkü “Bizimkiler” beklemezdi. Yine el işi ile ilgili verilen ödevler anneye yaptırılırken Dokuz aylık oynanırdı gün bitene kadar. Kalecinin bacak arasından geçirilen gol o günün şerefi sayılırdı en çok gol yiyen “anne” en az gol yiyen “baba” olurdu oyunun sonunda, akşam yemeğinde konuşulurdu ve anlatılırdı oyun. Tasolar biriktirilirdi, bilye koleksiyonu yapılırdı hatta futbolcu kartları vardı anne tarafından evi gereksiz yere işgal ettiği söylenen.
Biz çocukken bilgisayarlar yayılmamıştı bu kadar. O yüzden kendi oyunlarımızı kendimiz icat ederdik. Var yok bir tane atarimiz vardı onun da iki günde bir adaptörünü yakardık veya tüm oyunları bitirip komşulardan “kaset” dilenirdik. Okuldan kaçıp atari salonlarına giderdik ve bütün paramızı yatırırdık o jetonlara. Oyunları bitiremezdik ama akşama kadar eğlenirdik ve eve geldiğimizde gözlerimizin kızarıklığından anlaşılırdı gün boyu nerede olduğumuz. En büyük ceza olarak bilinirdi“Sokağa çıkma yasağı” ve takdirli karneye en büyük hediyeydi “Patates kızartması”.


Sıcak bir yaz sabahına uyandık sonra başka bir kentin çocukları sallanmıştı salıncak gibi olan evlerinde ve belki de ölmüştü birçoğu. Annelerinin feryatlarını annelerimizin dizine sarılarak izledik. 17 Ağustos 1999’da büyük bir kutu koyuldu mahallenin ortasına; tasolar, bilyeler, kayışlar, futbolcu kartları, atari kasetleri ve hatıra defterlerimiz dolduruldu.

Çocukluğumuzu doldurup gönderdik ve kaldığımız yerden devam etti “Salıncak çocukları”
mirfanK’11

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Ölelim

Ölelim
Aşk bu; giderken sağda, dönerken soldadır.


|||

Veremediğiniz sadakati isteyemezsiniz kimseden. Buna hakkınız yoktur. Bir bakıma insanın kendisine ihanetidir sadakat çünkü bir başkasına gösterdiğiniz sadakati kendinizden çalarak gösterirsiniz. Aldatamayan değil, aldatmayan insanın durumudur. Çünkü sadakat bir duygu değil alınan bir karardır.


Bir aidiyet halinin dışavurumu olarak görülür hep. “Ait olan insan sadıktır!” ne büyük palavralarla büyüdük değil mi? Karşıdakiyle aynı devirde sadakat göstermek beceremediğimiz bir sanat. Bir eksik veya bir fazla ile kaybediyoruz. Evet, kaybediyoruz çünkü gidenler kaybedenlerdir. Gece gidilen çift şeritli bir yol düşünün, iki tarafı da şarampol ve yolda ölmüş hayvanlar var. Sürekli gözünüz açık olmalı. Düşene bir de siz vurmamak için gözünüz sürekli açık olmalı. Şeridinizde kalmalısınız, yoldan çıkmamalısınız ve ölü hayvanlara dikkat etmelisiniz.

Malum gittiğiniz yolun adı aşk. Yani aşkınızı ölçülü kullanmalısınız. Yarı yolda bitmemeli hissettikleriniz. Üzerinde bulunduğunuz şey sadakat; epey bir yol kat etmelisiniz(!). Yol ilerledikçe kavşakların sayısı azalır ve yavşakların sayısında bir artış görülür. Dönemezsiniz. Ölü hayvanlar dirilmiştir. Bunu sırf ilişki olarak değerlendirmemek gerekir. “Bir şeye sadık olmak” karakteri yaşama uyarlama halidir. Kendinize karşı hissettiğiniz yükümlülük sizi bu yola çıkardıysa eğer önünüzü görmek için sadece gözlerinize ihtiyacınız var.

Giderken sağınızdadır aşk / Sağdır
Dönerken solunuzda kalır / Solgundur

O’nu ellerinle parçalarsan senin,
Kıyamazsan başkasının izi olur.

mirfanK’11

23 Haziran 2011 Perşembe

Çalıyor, Mabel Matiz Çalıyor!



Mabel Matiz Çalıyor!
 

Yıl 2009,Sonbaharın da sonundayız.
Yer, Brno-Viyana treni.
Gündüz baya tırmalamış geceyi, gece de hüznüyle çökmüş üzerimize. Biz altı arkadaş gezmeye gidiyoruz. O zamanlar "Dünaydın Sevgilim" doğmamıştı. Ana rahmine düşmüş ve kimseden habersiz filizleniyordu.

Işıklar kapanınca biz müzikle başbaşa kaldık.
Uykumuzda geldi haliyle, uykuya geçmeden önce Sema kulaklıklarını kulağına taktı ve birini de bana teklif etti. Norah Jones ile başlayan müzik yolculuğumuz Mabel Matiz'de sona ermiş.

Ama ben uyuyordum.

Viyana gezisi bittikten sonra tekrar Çek Cumhuriyeti'ne döndük.
Döndük ama dilimde sürekli bir şarkı;

"Uykular sapsarı.."
Sema bu neydi diye soruyorum, o da anlamıyor haliyle.

Sonra bir gün Sema'nın ipod'una bir dosya atmam gerekti. O sırada "Yol Müzikleri" diye bir dosya görüp gayr-ı ihtiyari bilgisayarıma kopyaladım. Nerden bilecektim o yol müziklerinin beni apayrı bir yola sokacağını?

|||

Tarih hala 2009.
Ayazdan nefes alınamayan bir kış akşamı
Odamda birkaç satır yazmak için cebelleşiyorum, bir taraftan da kendimi "kitap yazmaya" hazır hale getirmeye uğraşıyorum. Başlayıp sürdürmem gereken "Dünaydın Sevgilim" isminde bir kitap var ve yazmam gereken epey şiir&hikaye var.

Yol Müzikleri sıradan gidiyor.
Sonra kulağımdan giren müzik beynimi parçaladı.
Bu Mabel'in sesiydi,Mabel Kül Hece'ye başlamıştı ve o pamuk sesiyle söylüyordu. O günlerde o seste bulduğum huzuru başka hiçbir şeyde bulamıyordum. Günümde de farklı sayılmaz.

Sırasıyla;

Kül Hece
Arafta
Hercai Menekşe
çaldı.

Mabel'in müziğiyle tanıştığım o geceden sonra her gecem Mabel'in eşliğinde yazı yazmakla geçti. Yeni yıl akşamı benim için sadece Mabel, Şarap ve Yazı vardı. -ki bütün yılım böyle geçiyor.

Sonra Mabel'i merak ettim.
Çünkü Mabel demek benim için kuruyemişçilerde satılan kahverengi naneli sakız demekti. Bunu pek kimse bilmezdi ama Mabel biliyordu.

Mabel ile tanıştım.
Onunla konuştukça, sohbet ettikçe ne kadar mükemmel bir insan ile tanıştığımı farkettim.
Geçen her saat "Sizce de mükemmel değil mi?" sorusuyla doluydu. Şarkılarını dostlarımla paylaştım, fırsat buldukça, onu yakaladıkça bana verdiği hazzı anlattım.

Yıl 2011,
Bir gün yazdıklarım
Beğenildi, kitaplaştırılmak istendi
Ve "Dünaydın Sevgilim" adına kavuştu.

Kitaplarıma kavuştuğumda yaptığım ilk iş "Mabel'in" kitabını ayırmak oldu.
Ona özel imzalayıp göndermek istiyordum, nitekim öyle oldu.
O kadar içime işledi ki Mabel, ondan kitabın son sayfasında bahsettim.

"O söyledi, ben yazdım."
Mabel Matiz çıktı,
23 yıllık ömrümde
İlk kez bir albüm daha çıkmadan içindeki tüm şarkıları ezbere biliyordum.

Gittiğim her yere götürdüm Mabel'imi. Her yerde dinledim.
Her şarkısı favorim oldu ve ben onu ezberlemekten hiç bıkmadım.

Dünaydın Sevgilim'in ilk imza günü olduArka fonda çalan
Yine Mabel idi.

Mabel söyledikçe gururlandım, Mabel çaldıkça ruhumdan bir şeyler ben güç aldım.

Bunları yazarken albümü yanımda ve bakıyor bana o resim yeşil yeşil.

"Mabel söyledi, ben yazdım."

Mabel'im
İmza sırası senin.

Artı ve eksilerimle.

mirfanK`

26 Mayıs 2011 Perşembe

KaraSu Edebiyat / Söyleşi



Bizleri "yokluğa" doyuracak bir yazar ile tanıştıracağım sizi.
Bülten maillerden birinde rastladığım kitabını okudum ve siz değerli okurlarımız için bir söyleşi hazırladım.

Keyifli okumalar.

Gülten Yaşar.


Aşkın Genç Kalemi İrfan Kurudirek ve "Dünaydın Sevgilim!"


Öncelikle kitabınızın kapağı mükemmeli temsil ediyor ve ilk sayfalarında bizleri farklı olan tarzınızla ağırlıyorsunuz. "Onsöz" ile başlamanızın sebebi nedir? Farklılık yaratmak için mi "Önsöz" yerine "Onsöz" yazdınız? Ne düşünerek doğdu "Onsöz?"

- Sayfalarca birilerine teşekkür etmek veya kitabın oluşum sürecinden bahsetmek beni çıkmaz bir yola sürükledi açıkçası. Çünkü yolda görüp selam verdiğim herkesin o kitapta emeği olabilir. Kapak tamamiyle fotoğraf sanatçısı Murathan Özbek'in eseridir ve aynı şekilde benim için de mükemmeli temsil ediyor.
Onsöz bir kaçış yolu olarak görülebilir aslında insanların rakamlarla aralarının iyi olmadığını biliyorum. Farklılık yaratmak isteyen bir yazar olarak algılanmak istemiyorum onsöz benim rakamlarımın haykırışıdır.

Benim için okuması keyifli bir haykırıştı.
Mutlaka bu soruyu yüzlerce kez yanıtlamışsınızdır fakat ben bir cevapta okurlarımız için isteyeceğim:
"Dünaydın" İrfan Kurudirek için ne demek?


- Teşekkür ediyorum. Evet sizin de belirttiğiniz gibi çok sık karşılaştığım bir soru bu. Bu sorunun cevabını kitabın okurlarına bıraktım, kitabı okuyup bitirdikten sonra "Dünaydın" onlar için ne ifade ediyorsa benim için de öyle. Fakat mutlaka İrfan Kurudirek'in "Dünaydın" açılımı var: "Geçmişin aydınlanması ve buna paralel olarak geleceğin kararması." hayatımda girip çıkan veya hayatımda olan insanların geçmişlerini aydınlattıkça geleceklerinin karardığını fark ettim o yüzden bu şeklinde tanımladım hep, kitapta okuyucuyu bu yöne çekiyor.

Kitap birisine ithaf edildi mi? Yani içerisinde yer alan şiirler, hikayeler bir yaşanmışlığı yansıtıyor mu?

- Hayır, kitap kimseye ithaf edilmedi. Şöyle ki kimsenin üzerine alınacağı bir şey yok o kitapta. Çoğu hayalimin içerisine yaşanmışlıkları abartarak karıştırdım ve ortaya o şiirler / hikayeler çıktı. Her gece uyumadan önce okuyup şaşırıyorum, aslında var olmayan birçok şeyi abartarak yazmışım. Bu da büyüyüşümü simgeliyor sanırım. Hayatıma girip çıkan veya hala hayatımda olan insanlara ait izler mutlaka vardır ama ben okuyunca o izleri göremiyorum, yazıya dökülüp okuyucuya sunulduktan sonra hepsi unutulmuş benim için.

Peki aşk İrfan Kurudirek'in olmazsa olmazı mıdır?

- Kesinlikle.
Hayatımın her evresinde aşkı yaşadım, bu ilişki anlamında değil yanlış anlaşılmasın. Dinlediğim bir şarkı veya hiç tanımadığım bir insan olabilir aşık olduğum şey. Sırf bir şeyler yazabilmek için aşık olduğumu hatırlıyorum. Bununla ilgili bazı internet sitelerinde "Edebiyat için insan kullanmak" deniyor, ben bunun tanımını bilmiyorum.

Kitapta hikayenin ve şiirin ışığını aynı karede görüyoruz. Peki sizin için şiir mi öncelikli yoksa hikaye mi?

- Şiirin yeri çok farklı, hala yazabildiğimi düşünmüyorum. Hala dediğime bakmayın uzun zamandır bir şiir yazabilmek için çabalıyorum. Hikayeye daha yakınım okuyucuya daha rahat ulaşabiliyorum. Ama şiir zor, şiir tütsü gibi. Ama şair ve yazar olarak anılmak, bunun hissi çok ayrı.

Şüphesiz insanlar bu aşkın sahibini tanımak isteyeceklerdir. İrfan Kurudirek 3 kelimeyle kimdir?

- Bunu anlatmak çok zor. İnsanın kendini üç kelimeye sığdırması ayrı bir yetenek bence, ama soruyu havada bırakmamak için cevaplayayım: "Aşk - Uzun - Deniz"

İrfan Kurudirek için hayat nedir?

- Doğruluk, sadakat, vefa, saygı. vb.
Bunlar birleşince hayat yapıyor benim için, bir tanesi bile eksik olsa yarım yamalak gider her şey. Bunlar olmayınca beş para etmiyor insan hayatı. Çok şükür etrafımda bulunan ve sevdiğim insanlar bunların hepsini barındırıyorlar ben de gücümü onlardan alıyorum.

Kapak Fotoğrafına dönmek istiyorum tekrar, nasıl bir elemeden geçti fotoğraf?

- Hiçbir elemeden geçmedi. Daha önce de belirttiğim gibi fotoğraf sanatçısı olan değerli ağabeyim Murathan Özbek'e ait bir fotoğraf bu. Uzun zamandır kendisinin çektiği fotoğraflara hikayeler yazıyorum, bu fotoğrafı da görür görmez kapak olarak düşündüm ve kendisinden istedim. O da kırmadan yardımcı oldu. Başka bir kapak tasarımını "Dünaydın Sevgilim" için düşünemedim.

Beğenerek okuduğunuz kitap / şiir hangisi?

- Radyo yayını yaptığım yıllarda "Hasretinden Prangalar Eskittim" şiirini okumayı çok seviyordum. Beğenmek ve şiir kelimelerini yanyana getirince bu mükemmel şiir geldi aklıma. Kitaba gelince inanın onlarca sayabilirim ve birisini söylemek geri kalanlara büyük saygısızlık olacaktır. Sakın Şaşırma - Orhan Veli son zamanlarda beğenerek okuduğum bir kitap.

Dergi okur musunuz?

- Bir zamanlar K Dergi takipçisiydim. Sıkı bir şekilde okurdum fakat şimdilerde temin etmekte zorlanıyorum, değerli dergi editörü arkadaşlarımla da bu konuyu görüşme fırsatım olmadı. Bunun dışında internetten takip ettiğim kadarıyla edebiyat ile ilgili dergileri okuyorum. Sizin derginiz de bunlardan birisi benim için.

Peki "aşk" nedir?
- Bir sürü tanım yapılabilir aşk için. Herkesin tanımı farklıdır ve doğrudur.
"Aşk onunla aynı havayı soluduğunda daha az nefes almaktır."

Bu tanımdan da etkilenmemek mümkün değil.
Türkiye'nin en genç yazarlarından birisiniz, hedefleriniz nelerdir?

- Daha fazla okuyucuya ulaşmak.
"Dünaydın Sevgilim" her kesimden insanın içerisinde kendinden bir şeyler bulabileceği bir kitap bana göre. Bu sebepten ötürü daha fazla okuyucuya ulaşıp onların yorumlarını dinlemek istiyorum açıkçası. Bu "hedef" denildiğinde aklıma gelen ilk şey. Onun dışında yapılmamış ve denenmemiş şeyleri okuyucularla buluşturmak istiyorum. İhtiyacım olan şey biraz zaman.

Yarışmalara katılıyor musunuz?

- Şimdilik hayır. Bir şiir yarışmasına katılacaktım onun da başvuru süresini kaçırdım. Şimdi hazırlandığım öykü yarışmaları var. Bu yaz onlara katılmayı planlıyorum.

İmza günü ve etkinlikler nasıl gidiyor?

- Kitap satışa çıkalı çok az zaman oldu bu yüzden planlamalarımı buna göre yapıyorum. Henüz yeterli zamanın geçtiği kanaatinde değilim. İlk imza gününü yakın çevremin isteği üzerine 5 Haziran 2011 Pazar günü 16:30'da Erzurum'da Vehip Atalay Kültürsarayı'nda gerçekleştireceğim. Onun dışında şimdiden imza günü ve söyleşi için teklif aldığım şehirler ve belediyeler var. Bunları duymak beni çok mutlu ediyor, dediğim gibi zamanı gelince daha çok etkinlik gerçekleştirmek istiyorum.
Bir sonraki projeniz nedir?

- Şu an Dünaydın Sevgilim'in doğuşu ve büyümesi ile ilgilenmekten başka bir şey düşünemez oldum ama şiirlerimi seslendirmek istiyorum. Kesin olmamakla beraber ilerleyen zamanlarda bununla ilgili bir şeyler gerçekleştirebilirim.

Mesleğiniz spor ve profesyonel olarak edebiyat ile uğraşıyorsunuz. Bu nasıl bir his ve çevrenizde nasıl karşılanıyor?

- Bu soru mükemmel evet.
Tarifi imkansız bir his bu. "Böyle bir yeteneğin var mıydı?" sorusuyla karşılaşıyorum sürekli. Sporu da en az yazıyla uğraşmak kadar çok seviyorum. İnsanlar ikisini bir arada bağdaştıramıyorlar ve gerçekten bazen bu benim için de zor oluyor. Girdiğim bir antrenmandan sonra şiir dinletisine gitmek için koşarak kıyafet değiştirip gidiyorum ve orada rastlaştığım insanlar beni görünce şaşırıyorlar. Sanırım resmi kıyafetim eşofman.

Çok eğlenceli bir söyleşi oldu bu.

Peki renk?

- Mavi.

Müzik?

- Mabel.

Fotoğraf?

- Murathan.

Aşk?

- Onsuz.

Film?

- İncir Reçeli

Tiyatro?
- Bir garip Orhan Veli
Doğa?

- Yağmur.

Kara?

- Huzur.

Son olarak okuyucularınıza aracılığımız ile söylemek istediğiniz bir şey var mı?

- Parçalanan hayatlarımızı cümlelerle yapıştırıyoruz, tutarsa ne âla.

Bizi de derinden etkileyen bir kapanış oldu.


Evet, sizi tanımak ve okurlarımıza tanıtmak benim için büyük bir şerefti, çok teşekkür ederim bizi kırmadığınız için. Şans sizinle olsun.

- Artı ve eksilerimle.

mirfanK'11


|||

Dünaydın Sevgilim
Okunuyor.

mirfanK'11

15 Mayıs 2011 Pazar

Göz Aydın!

119904

Dünaydın Sevgilim raflara yürüyor artık.
Tüm kitabevlerinden isteyin, ucu yazık mektuplar gibi derinlerinizde olsun. Hatta ısrarla isteyin kavga da edin biraz.

Ankara: Dost – D&R
İstanbul – İzmir: Tüm Kitabevleri
Erzurum: Vehip Atalay Kültür Sarayı.

Kitap ellerinde bulunmuyorsa yazdırıp temin edin.

En kolay yolunu göstereyim mi?

idefix.com’dan sipariş verebilirsiniz.

Artı ve eksilerimle



mirfanK’11

31 Mart 2011 Perşembe

Dünaydın Sevgilim


Dünaydın Sevgilim
Kapak Fotoğraf: Murathan Özbek
Kapak / Kitap Tasarım: Betül Başol
Yayın Yönetmeni: Tuncay Takmaz

idefix
anadolu tayfası
ilk nokta
kitap forum
web hattı