31 Ağustos 2011 Çarşamba

Yokluğun

Aşk

Yokluğun, yaşananları getiriyor gözümün önüne
Sanki hepsi bir rüyaymış gibi.
Çöpü kalmış bir tatlının dibine bakan
İki aşığı anımsatıyor yokluğun.

Külsüz bir sigaranın
Son nefesi gibi değerli seni düşünmek.
Ölüm korkusu gibi yokluğun,
Ne kadar kaçsam da bir gün yaşayacağım.

Gözlerime oturan bir ağırlık yokluğun
Dayanamıyorum.

Ruhum sıkılıyordu,
Şimdi bulamıyorum kendimi,
Kalemimle kağıdı
Denk getiremediğim gibi.

Sarhoşluğum senden kalma
Hala her sarhoş oluşumda
Burnumun ucunda bitiyor hasretin.

Ve şimdi;
Yerini doldurmak isterken ben,
Kıymetini daha çok anlıyorum.

Bir gün duyarsan sesimi
Bu ücra mısralarda
Tebessüm edip
”Sevmiştim
Seni”

Diyeceğim
Emin ol.

mirfanK’10 ~ Dünaydın Sevgilim / Yokluğun.

Tebessüm

tebessğm

Adının kelimeler arasında karıştığı bir gün oturdu yüzüme tebessüm.
Gelişine verdim bu adı
Ağaçlara senin adın
Bebeklere senin adın
Yokluklara
Hasretlere
Olmamışlara
İmkansızlara senin adın...


Biliyorum şu anda "O" uyuyor ama,
Biliyorum şu anda "O" yarı ölü ama...
Ben rüyalarına sevgilerimi gönderiyorum.
Ve biliyorum,
Bir gün tüm uykularını süsleyecek bir isim
Ve onu sonuna kadar çekeceksin ciğerlerine.
O nefes seni çok mutlu kılacak biliyorum.
Belki yanımdayken arifesini yaşıyorsun o mutluluğun
Belki de o mutluluğa bir adım yaklaşıyorum.
Ama o nefesini dışarı vermeye çekineceksin.


Velhasıl;

İçimde körebe oynayan bir çocuk var şimdi.
İki eli de karşıda ve boş ama yüreğiyle seni arıyor.
Birazdan gözyaşlarınla boğulacak.


Bilmeni isterim ki;

İşte bunu bilmek
Beni kahrediyor...

mirfanK'10
[Tebessüm]

28 Ağustos 2011 Pazar

Ne Yüzle?

250

Sorduklarında sende “sevdim” diyeceksin ya,
Ona yanıyorum.

Nefes gibi çekerdim içime kokunu,
Aramızda yollar varken Dünyayı durdurur,
Yanıma alırdım yokluğunu.
Şimdi soracaklar sana
Sen de “Sevdim” diyeceksin ha?

Akşam olurdu da kafamı yastığa koyduğumda
İyilik dilerdim Tanrıdan ama
Önce senin adına.
Şimdi ellerim nasır tutmuş soğukta yürümekten
Ve seni düşünüp o soğuğu hisetmemekten,

Şimdi soracaklar sana
Sen de Sevdim diyeceksin ha?

Sevincinle ağladım da büyüdü o yaseminler
Şimdiki gözyaşlarım fazla tuzlu ve öldürüyor adının geçtiği her canlıyı.
Fakat ben yine de
İçimde sana kıyamayan bir çocuk besliyorum.
Sense metruk gecelerin koynunda
Başını yastığa rahatça koyuyorsun.
Şimdi soracaklar sana;

Sen de Sevdim diyeceksin ha?

Sen kendi ellerinle terkettin
Geçmişi,
Hayallerimizi,
Başlayan geleceğimizi.

Ben de ellerimle kurduğum
Dünyayı başkalarına bağışlıyorum
Ve
Seni aldığım yere bırakıyorum.
Seni ben yaratmadım
Tanrı affetsin.

mirfanK’11

26 Ağustos 2011 Cuma

Karanlık

viyana

Bu gecenin gelişi
Senin yokluğundandır bilirim.
Ay doğdu
Güneşin müsvettesi gibi gökyüzü.


Ömrüm bu balkonda geçti
O yüzden her gece bu balkondayım.
Kazdığım çukurlar orada hala;
İlk salıncağım
Gözyaşlarım
Kalbimin ilk hızı duruyor şu ağacın dibinde.
Az ileride ilk isyanım var.
Ona bakınca yüreğim sızlıyor gibi.
Çocukluğum dolduruyor gecemi iyice.
Ceplerimi yokluyorum
Acaba
Sakız param var mı diye.
Gökyüzüne bakıyorum.
Hiç kıpırdamadan duruyor yıldızım.
Sen bilmezsin ama o yıllardır orada
Adını "sen" koyuyor
Tüm dileklerimi bağlıyorum bacağına.

Kayıp gidersen eğer
Işıklar saçarak

Bil ki;
Onlar gidişinin kutlaması değil,
Bitişimin gözyaşlarıdır.

mirfanK’11

18 Ağustos 2011 Perşembe

Zirve

irfan 159

"... size yazılmış ve üzerinde sevdiğinizin kokusu bulunan bir notu kokusu kaçmasın diye ağzı kilitli bir poşete koymaktır özlem."

~


Derin derin iç çekişlerin karşılığı hala bir soğuk nefes. Sorma, bildiğinden de beter bir halde artık bu kütle. Ama bir tek sana göre "beter".

Ağzı açık insanların hala. Ellerini kalplerine götürüyorlar her adın geçtiğinde. Bazen keşke hiç tanışmasaydık seninle diyorum. Çünkü kiminle kıyaslasam seni hep sen kazanıyorsun.

Rüyaların en mükemmel süsüsün. Sabaha çıkmıyor bir türlü görüntülerin. Karanlık bir odada sürekli banyo halinde düşlerim. Her birini resmediyorum ama unutmamak için değil, bir gün sana verebilmek için.


Yakında, çok yakında üzüm verir ağaçlar dedi annem. Tam bir milyon yıldır bahçeyi izliyorum.


. . .


Bisiklete binen bir çift gecenin tüm korkusunu delerek gezdiler gözümün önünde. Gözümün içine gire gire! Yan yana gelip el ele tutuştular, yıldızların kayboluşunu seyrettim. Sonra yıldızlar fazla yakınlaştılar, sana söyledim. "Söyle haddini bilsin hepsi" dedim. Bir güneşin sesini dinler elbet bu tabiat. Dinlemeli diye düşündüm.

Sonra bir gece elime doğdu bir yavru.
Elimdeyken yedi aylıktı.
Senin adını verdim
Şimdi senmişsin gibi büyütüyorum
Adınla
Aşkınla
Her bakışınla.


mirfanK'11

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Salıncak Çocukları

salıncak çocukları

Sabahın en erken saatiydi “Sevimli Kahramanlar” ve gün gerçekten o kahramanların tebessümüyle geçerdi. Beslenme çantası koşuşturmasıyla geçti okul zamanı ve okulun en güzel yanıydı “kar tatili”. Ayaz kokan havalarda saatlerce süren futbol maçlarıydı bizimkisi, gol atanlar Tsubasa, kaleciler Zubizaretta idi. Fruko ile sonlanırdı ya o maçlar. Herkes on yüz bin milyon baloncuk yutardı terli terli.

Güneş yerini yıldızlara bıraktığında deri kayış çıkardı belden ve hazırlanılırdı koşmaya. Soğuk ve büyük bir taş seçilirdi “kale” için. Cepte sakız parası bile yok, bir taşa tükürülürdü  “yaş-kuru” atılması için ve belirlenirdi kayışı kimin saklayacağı. Apartman balkonları, araba egsozu, logar kapakları, ağaç dalları. Artık ebe olanın inisiyatifine kalmıştı tırmanacağımız yerler. Ebe kayışı saklayıp “kayış kızdı” diye bağırdığında dedektif olup arardık didik didik. Herkes birbirini kollardı kayış yememek için. Ebe’nin “sıcak-soğuk” diye yakınlık belirten yönlendirmeleriyle kan ter içinde koşuştururduk. Hiç olmayacak bir yerden çıkardı ya kayış? Kaleye ters köşede kalırdık ya? Bacaklarımız kızarana kadar koşardık, hem kayış yerdik hem de koşardık. Ebe ağaçtan düşerdi, kayışı sakladığı araba ansızın basıp giderdi. Böyle sarsıntılarla biterdi oyunumuz ama bilirdik gülmeyi.

Erzincan depremiyle sarsıldık bir gün de, sokaklarda kaldık sabahlara kadar ama korkmadık sallanmaktan yine kızdırdık kayışları. Eğer Pazar günü oyun oynanıyorsa fazla uzun tutulmazdı çünkü “Bizimkiler” beklemezdi. Yine el işi ile ilgili verilen ödevler anneye yaptırılırken Dokuz aylık oynanırdı gün bitene kadar. Kalecinin bacak arasından geçirilen gol o günün şerefi sayılırdı en çok gol yiyen “anne” en az gol yiyen “baba” olurdu oyunun sonunda, akşam yemeğinde konuşulurdu ve anlatılırdı oyun. Tasolar biriktirilirdi, bilye koleksiyonu yapılırdı hatta futbolcu kartları vardı anne tarafından evi gereksiz yere işgal ettiği söylenen.
Biz çocukken bilgisayarlar yayılmamıştı bu kadar. O yüzden kendi oyunlarımızı kendimiz icat ederdik. Var yok bir tane atarimiz vardı onun da iki günde bir adaptörünü yakardık veya tüm oyunları bitirip komşulardan “kaset” dilenirdik. Okuldan kaçıp atari salonlarına giderdik ve bütün paramızı yatırırdık o jetonlara. Oyunları bitiremezdik ama akşama kadar eğlenirdik ve eve geldiğimizde gözlerimizin kızarıklığından anlaşılırdı gün boyu nerede olduğumuz. En büyük ceza olarak bilinirdi“Sokağa çıkma yasağı” ve takdirli karneye en büyük hediyeydi “Patates kızartması”.


Sıcak bir yaz sabahına uyandık sonra başka bir kentin çocukları sallanmıştı salıncak gibi olan evlerinde ve belki de ölmüştü birçoğu. Annelerinin feryatlarını annelerimizin dizine sarılarak izledik. 17 Ağustos 1999’da büyük bir kutu koyuldu mahallenin ortasına; tasolar, bilyeler, kayışlar, futbolcu kartları, atari kasetleri ve hatıra defterlerimiz dolduruldu.

Çocukluğumuzu doldurup gönderdik ve kaldığımız yerden devam etti “Salıncak çocukları”
mirfanK’11

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Ölelim

Ölelim
Aşk bu; giderken sağda, dönerken soldadır.


|||

Veremediğiniz sadakati isteyemezsiniz kimseden. Buna hakkınız yoktur. Bir bakıma insanın kendisine ihanetidir sadakat çünkü bir başkasına gösterdiğiniz sadakati kendinizden çalarak gösterirsiniz. Aldatamayan değil, aldatmayan insanın durumudur. Çünkü sadakat bir duygu değil alınan bir karardır.


Bir aidiyet halinin dışavurumu olarak görülür hep. “Ait olan insan sadıktır!” ne büyük palavralarla büyüdük değil mi? Karşıdakiyle aynı devirde sadakat göstermek beceremediğimiz bir sanat. Bir eksik veya bir fazla ile kaybediyoruz. Evet, kaybediyoruz çünkü gidenler kaybedenlerdir. Gece gidilen çift şeritli bir yol düşünün, iki tarafı da şarampol ve yolda ölmüş hayvanlar var. Sürekli gözünüz açık olmalı. Düşene bir de siz vurmamak için gözünüz sürekli açık olmalı. Şeridinizde kalmalısınız, yoldan çıkmamalısınız ve ölü hayvanlara dikkat etmelisiniz.

Malum gittiğiniz yolun adı aşk. Yani aşkınızı ölçülü kullanmalısınız. Yarı yolda bitmemeli hissettikleriniz. Üzerinde bulunduğunuz şey sadakat; epey bir yol kat etmelisiniz(!). Yol ilerledikçe kavşakların sayısı azalır ve yavşakların sayısında bir artış görülür. Dönemezsiniz. Ölü hayvanlar dirilmiştir. Bunu sırf ilişki olarak değerlendirmemek gerekir. “Bir şeye sadık olmak” karakteri yaşama uyarlama halidir. Kendinize karşı hissettiğiniz yükümlülük sizi bu yola çıkardıysa eğer önünüzü görmek için sadece gözlerinize ihtiyacınız var.

Giderken sağınızdadır aşk / Sağdır
Dönerken solunuzda kalır / Solgundur

O’nu ellerinle parçalarsan senin,
Kıyamazsan başkasının izi olur.

mirfanK’11